her yere izler bırakan Baktığı her göz'de hayâl olan. Kalemi kanatlarıyla tutan,Çırpınışını yazılara yansıtan bir Siyah kelebeğim.Hepinizi beklerim.Hoşgeldiniz Efendim.!



3.11.2010

A. Şebnem Soysal ile keyifli bir Ropörtaj.

Efendim merhabalar. Bu gün önemli bir röportaj ile karşınızdayım. Uzun zamandır planladığım ve istediğim bir buluşmaydı bu. Sonunda gerçekleştirecek olmanın sevincindeyim. Bu gün blog dünyasının önemli bir ismiyle karşınızda olacağım. Birmilyonkalem İnternet Sİtesi kurucularından, http://www.uzagagidenkadin.blogspot/ un sahibi ve yazarı Sayın Psk. Dr. A.Şebnem SOYSAL ile faydalı bir sohbet gerçekleştirmeyi umut ediyorum ve hemen başlıyorum...


Şebnem Hanım öncelikle hoş geldiniz. Davetimi kırmayıp konuğum olmayı kabul ettiğiniz için şahsım ve okuyucularımız adına çok teşekkür ediyorum. Nasılsınız sorusuyla başlamak isterim

Teşekkür ederim sevgili İpek iyiyim. Son röportajını büyük bir keyifle okudum. Buradan sevgili Delfina’ya sevgilerimi gönderiyorum ve seni de kutluyorum. İçten, sıcak ve samimi bir sohbet olmuş. Kaldı ki bu işin gerçekten çok zor olduğunu düşünüyorum. Daha önce birkaç röportaj verme denemem oldu ama çoğu tamamlayamadım. Dilerim bu sefer başarabilirim.

A. Şebnem SOYSAL kimdir? Bize kendinizden, yaptığınız işlerden bahseder misiniz?

Nisan 1975 Ankara doğumlu bozkırın kızıyım. Sanırım beni en iyi anlatan cümle bu. Anadolu’yu çok seviyorum. Bu coğrafyayı, bu iklimi çok seviyorum. Kara iklimine benzediğimi düşünüyorum. “Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlı” gibi ezber cümleden çok daha fazlası var aslında. Onun için bozkırda yaşamak gerek. Anadolu’nun kapalı kalmışlığına, yalın ayak bir başkaldırı benim hayatım diye düşünüyorum.
Bürokrat bir ailenin 3. çocuğuyum. Üniversitede psikoloji okudum. Ardından klinik psikoloji yüksek lisansı, sonrasında da deneysel psikoloji doktorası yaptım. Mesleğimde 15. yılımı doldurdum. Halen bir üniversite hastanesinde çocuk psikoloğu olarak çalışıyorum. Onlarca bilimsel makalem ve çeşitli kitaplarda bölümlerim var. Doktora sonrası eğitimime devam ediyorum.
Onun dışında neler yapıyorum sorusuna gelince…
Birmilyonkalem.com’un genel yayın yönetmenliğini yapıyorum. TÜBİTAK tarafından yayınlanan okul öncesi bilim dergisi Meraklı Minik’te yazıyorum. Zaman zaman radyo programları yapıyorum. Kasım ayında raflarda yer alacak “Artık R Diyebiliyorum” isimli kitabın yazarlarından biriyim. Gelecek yıl yayınlanacak sürpriz iki kitaba daha imza atmaya hazırlanıyorum. Aklıma ilk gelen işlerim bunlar.
Unutmadan bir de Cevat Ilgaz’ın halasıyım. Sanırım yaptığım en iyi iş bu.

Birmilyonkalem gibi bir siteyi ne zaman açmaya karar verdiniz? Sitenin açılıştaki amacı neydi? Sitenin son durumundan ve gelişmelerden bahseder misiniz?

 Birmilyonkalem’i sanılan ve bilinenin aksine bir enkaz olarak devraldım. Site, o zaman ki adıyla “birmilyonfikir” sahibinin ani olarak verdiği kararla birden kapatıldı. O zaman da sitenin editörüydüm. Bu beklenmedik durum karşısında kısa süreli bir şaşkınlık dönemi geçirdim. Kendim yazmayı istiyordum. Bundan öte sorumlu olduğum yazarlar vardı. Daha önce ellerine hiç kalem almamış benim çağrımla yazmaya başlayan ve bu işten keyif alan insanların çabası hak etmedikleri bir şekilde kesintiye uğramıştı. Sonra kanserle mücadele eden Şaika Hanım vardı. Yazmak onu yaşama bağlıyordu. Bu dünyadan gittikten sonra da anımsanmak, iz bırakmak istiyordu. Birmilyonfikir kapatıldığına göre bir acil bir eylem planına ihtiyacım vardı. O zaman blogspotu açtım. Yazmaya başladığım ilk site olan Onpunto’da o günlerde kapatılmış, yazar pek çok dostum blogspotta var olmaya çalışıyordu. Eski Onpunto yazarları bir araya geliyor, siteler kuruyordu. Ancak, hiç biri uzun ömürlü olmadı. Peşpeşe bloglar açılıp, kapanıyordu. Bir süre olan biteni sessizce izledim. Ben yazmak istediğimi biliyordum. Ama bu işi bireysel olarak yapmak yerine, birçok yazarı bir şemsiye altında toplama düşüncem vardı. Ancak, bir siteyi alt yapı olarak canlı tutacak bilgim ve donanımım yoktu. Düşüncelerimi Erkan Bal’a açtım. Kendisi 12 siteyi yönetiyordu bir 13’ü neden olmasın ki dedi. Yaklaşık üç gün geceli gündüzlü uğraştı ve 1MilyonKalem’i (1MK) okurları ile buluşturdu. Kendisine şükran borçluyum. Çünkü o gün bana güvenmeseydi, beni böyle desteklemeseydi bugün 1MK vasıtasıyla pek çok düşümü gerçekleştiremezdim.
1MK kurmak başlı başına bir emek işiydi. Sonra inanılmaz bir var olma savaşı başladı. Birçok internet sitesi içinde var olmaya çalıştık. Dağılan yazar kadrosunu toplamak, yeni yazarlar bulmak, hemen her gün sayfayı hareketli ve canlı tutmak sanıldığı kadar kolay olmadı. Çok çalıştık. Amacımız 1MK’yı insan odaklı olmaktan çıkarmaktı. Ben ya da Erkan bey yazmaya ara verdiğimizde, olmadı gittiğimizde ya da öldüğümüzde 1MK bundan etkilenmemeliydi. 1MK da kendi başına işleyen bir düzen olmalıydı. Biz öncelikle bunu başardık. Derken düzen oturdu ve keyfimize göre yazmaya başladık. O zamanlar her ay bir kapak konusu belirler ve ona göre yazardık. İlk üç gün sayfada kapak kalırdı. Çok emek harcadık ama muhteşem işlere imza attık. Merhaba 1MK, Yine Aylardan Kasım, Aralık Seksidir, Uyanışlar/Başlangıçlar, Yaşamın İlmiği Nefes bellek antolojimden hemen çağırabildiğim kapak konuları mesela. İlk 1,5 yıl böyle bir coşkuyla geçti. 1MK günlük 450 kişinin ziyaret ettiği bir sire haline geldi.
İkinci yılda kapak yapmaya ara verdik. Derken bir nisan ayında ilk kampanyamız olan Her Çocuğun Bir Masalı Olmalı ile sitenin var oluş amacı sadece yazmak ve kendimizi ifade etmek olmaktan çıktı. Sitenin vurgusu “bir gönül yolculuğu” ilk kez ete, kemiğe büründü. Çünkü artık çocuklar için çabalayan insanların bir araya geldiği bir sivil hareket olma yolundaydık. Bir kütüphane kurmaya başardık. Derken kampanyalar birbirini izledi. Yeşilovacık’tan Tokat’ta, Dursunbey’den Ulupamir’e, Adıyaman’dan Çınarcık’a kadar uzandık. Bugün sayısı binleri geçen çocuğumuzun gülümsemesinde rol oynadık. Sadece maddi yardımlarımız olmadı elbet. Toplumsal sorunlara karşı duyarlılığımızı artırmak için çocuk istismarı ve işitme engelliler dilini öğrenmek için de çalıştık. Buradan çabalarından ötürü 1MK editörleri Ateşböceği, Beenmaya, Damak, Efsa, Erkan Bal, Ness, Oğuz Marangoz’a ve sana Siyah Kelebek çok teşekkür ediyorum. Ayrıca hemen hergün sayfaya gelerek yazıları okuyan, yorum bırakan, kampanyalara destek veren okurları da sevgiyle selamlıyorum.

Sayın Şebnem hanım, bu hareketin içinde olmaktan, sizinle ve diğer tüm arkadaşlarımla birlikte çalışmaktan dolayı o kadar mutluyum ki, Sizler bizlere kendimizi önemli hissetmemize neden oldunuz. Umarım uzun yıllar hep beraber bu çatı altında daha güzel ve faydalı işler yaparız.
Lafı fazla uzatmadan diğer soruma geçmek isterim. Çok okunan bir blogun sahibisiniz. Uzağa Giden Kadın nasıl bir blog. Okuyucu neler buluyor bu blogda?

:) Sevgili İpek, Uzağa Giden sahiden çok okunuyor mu bilmiyorum. Şu anda 486 kişi tarafından izleniyor. Onlardan kaçı düzenli okuyucu onu bilmiyorum. Arada blog yazar olmayan kişilerce olduğunu da biliyorum. Ama Uzağa giden seviliyor biliyorum. Google’dan tarama yaptığımda pek çok yerde yazılarımı görüyorum.
Uzağa Giden Kadın nasıl bir blog sorusuna gelince… Benim için sanal bir kahramandan fazla bir karakter Uzağa Giden. Onu çok seviyorum. Bazen Uzağa Giden’i hayal ediyorum. Upuzun siyah saçları olduğunu düşünüyorum. İnce belli bir kız bu diyorum kendi kendime. Gözleri toprak rengi, elleri çalışmaktan başak başak. Bazen onu filme aldığımı hayal ediyorum Tuz Gölü kenarında çorak toprağın ortasında. Komik değil mi? Beni de güldürüyor bu. Ama imgelemekten alı koymuyor.
Uzağa Giden tam bir bozkır insanı. Zorlukların gölgesinde bir gelincik gibi yaşıyor. Mücadeleci, hırslı, aşka aşık bir kadın. Uzağa Giden ile hayatı yazıyorum ben. Tek kişilik bir dünya onunkisi. Nesnesi sadece bir kadın olan bir dünya. Belki de bu yüzden yazdıkları hep gerçek sanılıyor, ya da gerçekleri düş. Okur bu sayfada ne bulur bilmem belki bu röportajı okuyanlar bize söyler bunu. Çünkü insanlar daha çok öykülerle ilgileniyor. Bu sayfada çok kişinin rol oynadığı öyküler yok. Zaman zaman tutkulu aşk hikayeleri, toplumsal yaralar yazılır. Limon (sarı araba!) ile yolları arşınlanır, fotoğraflara konulmuş şerhlerle şiir dünyasına yolculuk edilir, bazen mutfağa geçilir yemek pişirilir…

Ben Uzağa giden'in bir kitap kahramanı olmasını ve bir hikayede yer almasını çok isterim mesela :)
İyi bir yazar nasıl olunur? Okunmayı, izlenmeyi arttıran faktörler nelerdir?

İyi bir yazar nasıl olur inan bilmiyorum İpek. Ama blog yazarı olmak ciddi bir iş diye düşünüyorum. Onun için sürekli yazmak önemli. Yazmak belli bir disiplin gerektiriyor çünkü. Zihnimize düşen her kelimeyi yazmıyoruz. Olay ve mekan sıralaması yapıyoruz. Kurgumuzu okura sunmak için bir akış şeması yapıyoruz. Bu da öyle kolay bir iş olmasa gerek. Uzağa Giden’in ilk yazılarına bakıyorum bazen. Ne kadar abartılı ve uzun cümleler var. Oysa önemli olan kısa cümlelerle çok şey anlatabilmek. Duru ve akıcı bir dil çekmeli okuru. Yoksa anlaşılmaz olmak, azıcık tepeden bakarak yazmak insanları uzaklaştırıyor. Yazdıkça düşüncelerimiz bir düzene giriyor. Yazmak için farkındalık gerek. Bu topraklara, insana, olaylara. Hissetmek ve ifade edebilmek için 5 duyuyu 1 yapmak gerekiyor gibi geliyor bana. Bu yüzden de iyi beslenmeli insan. Gezmeli, okumalı, izlemeli, dinlemeli. Ama en çok insana temas etmeli. O zaman sahici öyküleri anlatıyor insan ve okunuyor.
Okunmayı ve izlenmeyi artırma konusu ise sosyolojik bir durum. Onun için uzun uzun analizler yapıldı. Herkes gibi ben de okunmak isterim. Başlangıçta bu arzum çok fazlaydı. Şimdi kalemimi öyküler yazmak için kullanmak istiyorum. İlgilenenler gelsin, okusun. Düşlerini, düşüncelerini paylaşsın diliyorum. Çok izlenmek ya da okunmak için özel bir çabam yok.

Sizinle aynı kanıdayım.
Yoğun çalışma temposu, yazarlık, aynı zamanda uzmanlık alanınız olan çocuk psikologluğu… Hepsini aynı anda götürmek zor mu? Başarınızın bir sırrı var mı?

Yazarlık! Ne hoş bir tanımlama. Yazmayı çok seviyorum. Uzağa Giden’le nefes alıyorum ben. Ama ona şimdi kampanyalarla bambaşka bir misyon yükledim. O çocukların “yakın kadını” artık. Ben yaşamım boyunca her zaman çalışarak yaşamda yer buldum İpek. O nedenle bunun için çok çaba harcamadım. Sadece işlerimi iyi organize edebiliyorum. Böylece aynı anda birkaç işi yapabiliyorum. Bir de iyi sosyal desteklerim var. Her işi ben yapmıyorum. Başarımın sırrı ekip olabilmekte saklı sanırım.


Ekip olabilmek, yada ekip olabilmeyi başarmak çok önemli, A.Şebnem SOYSAL'ın yakın zaman da ya da ileride gerçekleştirmek istediği planları projeleri nelerdir? Biraz bahseder misiniz?

Hmm. 1MK’da bu yılda bir yılbaşı kampanyası olacak. Kampanyanın şimdiden ön hazırlıkları başladı. Onun dışında şimdilik ufukta görülen pek bir şey yok. Uzağa Giden pabucuna yazdı gidilecek yerleri. Yol belki götürür.

Hayırlı yolculuklarınız olsun İnşallah.
Efendim gelelim, benim için ve tüm aileler için önem arz eden sorulara. Mesleğiniz ve uzmanlık alanınızdan izninizle biraz faydalanmak isteriz. Bende iki çocuk annesiyim. Zaman zaman sorunlar yaşıyoruz çocuklarımızla. Çocuk yetiştirmenin püf noktaları var mı? Nelerdir? Bir çocuğu iyi bir birey yapmanın anahtarı nedir?

Aman Allah’ım ne kadar zor sorular bunlar. Üstelik peşpeşe. Hepsine sanırım verebilecek tek bir yanıtım var. Anne baba olmayı hemen her gün öğreniyoruz. İçine düştüğümüz tek yanılgı ise çocukluk dönemini geleceğe dönük yapılan yatırımlar çağı olarak görmemiz. Belki böylesi kolayımıza da geliyor. Çocuğumuza matematik öğretmek, onunla oturup saklambaç oynamaktan daha kolay çünkü. Nasıl bir toplum istiyorsak öyle bir ev düzeni kurmak gerekiyor. Birbirini dinleyen, ihtiyaçlarına duyarlı, ilişkide senkronun tuttuğu, çocuğun gelişim düzeyine göre yapabileceği becerilerini sergileyebildiği, her gereksinim duyduğunda anne ve babasını yanında bulabildiği bir düzen sağlıklı bireylerin yetişmesini sağlayacaktır.

Artık okullar açıldı. Bir çok çocuğumuz eğitime ilk adımı attı. Bunun akabinde okul fobisi oluşmaya başladı çocuklarda. Okul fobisi nedir? Neden ortaya çıkar? Okul fobisini tetikleyen faktörler nelerdir?

Önce bütün çocuklarımıza keyifli bir eğitim-öğretim yılı diliyorum. Senin oğlunda okula başladığını biliyorum İpekcim. O nedenle bu konulara daha hassassın.
Okul korkusunun nedeni anne ve bebek arasında kurulan güvenli bağlanma ilişkisine kadar uzanmaktadır. Anne ve çocuk arasındaki bağlanma örüntüsünün ne derece sağlıklı kurulduğu ilk resmi ayrılık olan okula başlama ile test edilebilir. Bebeğin annesine bağlanmasındaki temel neden gereksinimlerinin karşılanmasıdır. Kuşkusuz ki bu gereksinimlerin hepsi aynı yoğunlukta değildir. Bazıları belirli bir önceliğe sahiptir. Annenin bebeğin gereksinimlerini karşılayabilme derecesi ileriki dönemde bebeğin bir birey olarak ortaya koyacağı davranışlar üzerinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Anne yalnızca açlık ve susuzluk gibi birincil gereksinimlerin doyurulduğu bir merkez değildir. Bebeğin anneye bağlanmasının en önemli nedenlerinden birisi, annenin bebekteki korkuyu azaltma yeteneğidir. Bebeklik ve erken çocukluk döneminde, yeni bir durumla karşı karşıya kalındığı zaman, çocuğun göstereceği tepkiye annenin davranışı çok belirleyicidir. İki ile yedi yaş arasındaki süreci kapsayan işlem öncesi döneminde, uyaranlara karşı nasıl tepki verileceği biçimlenmektedir. Bu dönemde çocuk dil yeteneklerini ve simge oluşturma becerisini geliştirir. Belirteçleri (nesnel durum, nesnelerin yerine geçen sözcük ve imgeler) anlamlardan (bu kelime ve imgelerin çağrıştırdığı algılanamayan durumlar-olaylar ) ayırt etmeye başlar. Nesne sürekliliğini kazanan çocuk, oyunlarında düş gücünden yararlanmaya başlar. Nesnelere işlevleri dışındaki olguların simgeleriymişçesine davranma yetisi bu dönemde gelişir. Bu düzeyde çocuk gittikçe artan bir biçimde dış dünya ve kendi eylemlerinin soyut betimlemelerini denemeye başlar. Korku, kaçma ve kaçınma davranışları da bu dönem içerisinde öğrenilmektedir. Bu dönemde görülen en belirgin korku ise ayrılma korkusudur. Ayrılma korkusunda, korkunun nedeni genellikle çocuk değil, annedir. Anne, çocuğun kendisinden ayrılıp, örneğin okula başlamasını istemez ve bunu çok dolaylı ve ince iletilerle çocuğa aktarır. Anne, çocuğa o okula başladığında kendisinin bütün gün onu bekleyeceğini, bunu yaparken onu çok özleyeceğini, birlikte ne kadar güzel zaman geçirdiklerini anlatmaya başladığında ve bunu uzunca bir zaman sürdürdüğünde, çocuk okula başlamayı adeta annesine ihanet etmekle eşanlamlı tutmaya başlar ve okula gitmek istemeyebilir. Bu da okul fobisi ya da ayrılma kaygısı olarak tanımlanabilir. Bu durumda; ayrılma korkusunun uzamış haline de okul korkusu demek yanlış olmayacaktır.

Evet bende aynısını oğlumda yaşadım. Bana belkide sık sık sarılmayan çocuk, bana sarılıp ağlıyor ve seni özlüyorum Anne ifadesini kullanıyordu. Bu beni çok etkiledi.
Okul Fobisi'nde aile çocuğuna nasıl davranmalı? Nasıl telkinlerde bulunmalı? Telkinler ve yardımlar fayda etmezse aile neler yapmalı?

Okul korkusu nasıl ortaya çıkmış olursa olsun, kaynağı genellikle anneden ya da anne yerine geçen kişiden ayrılma korkusudur. Bu hastalık aslında bir aile nevrozudur. Okul korkusu olan çocukların bulunduğu ailelerde genellikle aile bireyleri birbirine çok bağlı ya da bağımlıdırlar. Sürekli biri öbürüne bir şey olacağı korkusunu yaşamaktadır. Buna ek olarak evdeki çatışmalı ortam ya da küçük kardeşin anne ile daha fazla yakınlaşabileceği düşüncesi, çocuğun aklının evde kalmasına ve okulda durmakta zorlanmasına neden olabilir. Çocuk için anneden ayrılma sayılabilecek her türlü olay, annenin hastalanması ve hastaneye yatması, annenin ya da çocuğun bağımlı olduğu kişinin bir süre için evden uzak kalması, kardeş doğumu nedeniyle annenin ilgisinin bölünmesi ya da boşanma sözü geçen bir ana baba kavgası ortaya çıkartıcı etkenler olarak sayılabilir. Okul korkusu geliştiren çocukların kişilik özellikleri incelendiğinde genellikle başarı kaygısı olan, uslu, uyumlu ve aşırı onay bekleyen bir kişiyle karşılaşılır. Bu kişilik özelliklerine sahip çocuklarda yaşam alanında ortaya çıkan herhangi "örseleyici" bir durum "kriz" olarak yorumlanabilir ve hastalığı başlatabilir.


Okul korkusuyla baş etmede ailelerin izleyeceği bazı yöntemler vardır. İlk olarak çocuğun okula gitmesi konusunda tutarlı davranmak gerekmektedir. Okul korkusuyla baş etmede yapılacak ilk iş çocuğun olabildiğince çabuk okula geri dönmesidir. Okula devam etme çocuk için kendi gündemini oluşturmasını sağlayacak, çocuğun korku nedeniyle yaşadığı belirtiler azalacak ve tüm bunların sonunda çocuk okula gitmekten yeniden zevk almaya başlayacaktır. Okula gitme zamanı yaklaştıkça ebeveynlerin kaygılarını kontrol etmeleri gerekmektedir. Anne-baba çocuğun
huzursuzlanacağına yönelik bir kaygıya sahiplerse bu onların duygu, düşünce ve davranımlarını etkileyecektir. Bu nedenle çocuk okula gideceği gün, aile üyelerinin sıradan bir günmüş gibi davranmaları, korkuyu çağrıştıracak ya da tetikleyecek davranımlardan uzak durmaları gerekmektedir. Çocukla korkusunu ve nedenleri konuşmak onun duygu ve düşüncelerinin önemli
olduğunu iletmek açısından önemlidir. Ancak, bu durum sürekli olarak bu korkuyu konuşmaya ve
gündem oluşturmaya dönüşmemelidir. Çocuğun aile üyeleri dışında da yakın ilişkiler kurabileceği insanların olması kendini güvende hissetmesi açısından oldukça önemlidir. Bu nedenle çocuk akranlarıyla iletişim kurması yönünde desteklenmelidir. Öğretmene durumla ilgili bilgi verilmesi ve işbirliği yapılması tedaviyi kolaylaştıracaktır.


Bozukluğun giderilmesinde çocuğun ailesi büyük önem taşır. Okula gitmediği için çocuk suçlanmamalıdır. Bu sıkıntılı durumun geçici olduğunu, bazı başka çocuklarda da görüldüğünü ve kolaylıkla iyileştiğini çocuğa anlatmak iyi olur. Çocukları okul korkusu yaşayan ailelere önerilerime gelince:


- Çocuğun okula gitmesi konusunda ailenin tüm bireyleri olarak kararlı ve ısrarlı olun. Gitmemesi halinde sınıf içindeki grup çalışmalarında aksaklıklar olacağını anlatın. Kararlılığınızı sözel olduğu kadar beden diliyle de çocuğa yansıtın. En ufak bir tereddüt fobiyi tetikleyen bir uyarıcı niteliği taşır.


- Doğrudan onu üzen bir şey olup olmadığını sorun. Size yalnızca kendini hasta hissettiğini ve okulda hoşuna gitmeyenlere ilişkin aklına hiçbir şey gelmediğini söyleyebilir. Siz yine de bu konuda onunla görüşün. Okul yaşamının temel boyutları hakkında konuşun. Örneğin; arkadaşlar,
sınıf çalışması, oyunlar, oyun alanındaki etkinlikler, okul yemekleri, okul tuvaletleri ve öğretmeni.


- Davranışlarındaki herhangi bir değişikliği ayırt etmeye çalışın. Dikkatli düşündüğünüz zaman, bazı yönlerden davranışlarında bir değişiklik olduğunu fark edebilirsiniz. Örneğin belli bir arkadaşı hakkında artık hiç konuşmaması ya da öğretmeniyle ilgili yalnızca olumsuz yorumlar yapması gibi. Bu sizi sorunun kaynağına götürebilir.


- Sınıf öğretmeniyle görüşün. Çocuğunuzun sınıf öğretmeni, okuldaki gelişimine ilişkin en iyi bilgi kaynağıdır. Ona kaygılarınızı açıklayın ve onun gözlemlerini, düşüncelerini dinleyin. Bu,
aynı zamanda öğretmenin dikkatinin, önceden farkında olmadığı bir noktaya, çocuğunuzun
mutlu olmayışına çekilmesini sağlayabilir.


- Gerekli gördüğünüz yerde değişiklik yapın. Sorun bazen kolaylıkla çözülebilir. Örneğin; sınıf
içinde grup değişikliği ya da sınıf öğretmeninin birkaç gün ek yardımda bulunması; çocuğunuzun
biraz yatışması, sorunun çözülmesi için yeterli olabilir. Bunun gibi elverişli bir çözüm varsa, en
yakın zamanda uygulamaya çalışın.


- Çocuğunuzun düzenli olarak okula gitmesini sağlayın. Sorun ne olursa olsun ya da sorunu çözmeniz ne kadar uzun sürerse sürsün, çocuğun okula düzenli olarak gitmesi çok önemlidir. Ne kadar uzun süre okula devamsızlık yaparsa, yeniden düzenli olarak gitmeye başlaması o kadar zorlaşacaktır. Her şeyin yolunda gideceği konusunda her zaman ona güven vererek, ağlayacakmış gibi görünse bile yine de onu okula götürün.


- Çocuğun okul fobisini tetikleyen etken evdeki sorunlardan kaynaklanıyorsa, bu sorunları çözmeye çalışın. Çocuk öncelikli olarak huzurlu bir ev ortamına gerek duyar. Sağlıklı gelişim ve eğitim ancak böyle bir ortamda olanaklıdır.
- Bağımlı olduğu ebeveyn yerine okula diğer ebeveynin götürmesini ya da okul servisiyle gitmesini sağlayın.

Okul fobisinde aile kadar öğretmenin de önemi var mı? Öğretmen okul fobisi olan öğrencisine nasıl yaklaşmalı?

Öğretmeler okul fobisinin tedavisinde en çok işbirliği yaptığımız kişilerdir. İlkokul çağındaki çocukların eğitiminde en temel öğe, öğretmen ile çocuklar arasındaki ilişkidir. Bu ilişkinin niteliği, çocuğun okula ve arkadaşlarına karşı gösterdiği tepkiyi, başarısını ve gelişimini etkiler. Okul korkusunda öğretmen, çocuğun kaygısının kaynağının okulla bağlantılı olmadığını anlamalı ve bu kaygının doğru ele alınması konusunda aile ve hekimle işbirliği yapabilmelidir. Öğretmenin tutumu çocuğun okulu sevmesi, kendini güvende hissetmesi yönünde olursa sorun çok daha çabuk çözülebilir. Çocuğun okula yeniden alıştırılması davranışçı tedavi teknikleri doğrultusunda, sistematik duyarsızlaştırma ve koşullandırma yöntemleri ile sağlanır. Bu arada çocuğun okula gitmesi desteklenirken, bir yandan da aile içi ilişki ve iletişimlerdeki bozuk yanlar ve bu korkuya yol açan nedenler, çocuk ve aile ile birlikte ele alınarak çözümlenmeye çalışılır.

20-25 yıl öncesine kadar Okul fobisi diye birşey yoktu. Belki vardı ama adı konulmamıştı belki de. Çocuklarımız yani yeni nesil diye tabir edilen kısım, neden bu hale geldi. N' oldu da çocuklarımız okuldan korkar oldular?

Kadınlar daha çok sosyal hayatın içine girdi. Çalışan kadınların sayısının artması belki de çocukluk çağı psikopatolojilerinin artmasına neden oldu. Bağlanma ilişkisinin yeterince kurulamaması anne-çocuk arasındaki iletişim güçlüklerinin artması belki de bu durumun temel nedenidir. Ama buradan “kadınlar çalışmasın” şeklinde yanlış bir mesaj da alınmasın.

Size katılmamak mümkün değil. Çok haklısınız.
Ana sınıfına giden çocuklarda daha sık gözleniyor okul fobisi. Çocuklarımıza okul öncesi eğitim verirken dikkat edilmesi gereken unsurlar var mı? Okul öncesi eğitim, okula hazırlarken aynı zamanda ters tepki verebilir mi? Ana sınıfına gitmeyen, aile bireyleri çalışan ve aile büyükleri tarafından büyütülen çocuklarda okul fobisine daha az rastlanırken, okula uyumları daha iyi sağlanıyor. Bu benim gözlemim. Bu konuda ki düşünceniz nedir?

Sevgili İpek, çocukların okulla erken tanışmaları çok önemli. Neden dersen düşün ki pek çok okula başladığında ilk kez kalem tutuyor. Anne ve babası dışında bir göz onu görüyor. İşitme ve görme kayıpları olan pek çok çocuk öğretmen tarafından bir hekime yönlendiriliyor. Konuşma bozukluğu olan, öğrenme zorluğu olan çocukları ilk anasınıfı öğretmenleri fark ediyor ve kliniklere yönlendiriyor. Sadece hastalıklar açısından değil okul çocuğun yeteneklerinin fark edildiği, ailesinden ayrılarak kendine ait bir dünya kurduğu ilk yer. O nedenle 6 sahiden çok geç! Elbette nine ve dedelerle büyümek çok hoş. Yaşama başlayan ve sona yaklaşan iki neslin birbirine vereceği çok şey var. Ama bu işinde bir dengesi olmalı. Ama bu evrensel bir durum. Bizim gibi ataerkil aile yapısı olmayan ülkelerde de görülüyor. Çalışmalar, özellikle ilkokul döneminde olan çocukların yüzde beşinin okul korkusu yüzünden okuldan geri kalmakta olduğunu göstermektedir. İlköğretim ikinci devrede ve lisede de görülebilen okul korkusunun tedavisi, yaşı küçük olan çocuklarda daha kolay olmaktadır. Okul korkusunun, erkek ve kız çocuklarda görülme sıklığı eşittir. Çocuğun okula başlama yaşı olan 5- 7 yaşlar ve yine ilköğrenimin bittiği, daha büyük sınıflara başlama dönemi olan 12-14 yaşlar arasında en yüksek oranda ortaya çıktığı saptanmıştır. Uzunlamasına yapılan çalışmalar, okul korkusu olan olguların çoğunun okula döndüğünü göstermektedir. Prognozu ya da klinik gidişi olumlu yönde belirleyen etmenler arasında zeka, tedavinin 14 yaşından önce başlatılmış olması ve yatarak tedavi gören hastalarda, taburcu olurken belirtilerin ortadan kalkması sayılabilir.


Sayın A.Şebnem SOYSAL Aslında sordukça sorasım geliyor ama artık sizinde fazla vaktinizi almak istemiyorum. Röportajımızın sonuna gelmiş bulunmaktayız. Son olarak okuyuculara bir mesajınız var mı?


Nasıl bir toplum düşlüyorsanız ailenizi ona göre biçimlendirin. Benim inanışıma göre mutlu bir toplum örselenmemiş çocukluk çağından geçer. Çocukluk erişkinliğe hazırlıkla geçirilen bir dönem değildir. Bugünü yaşama arzusunu edindiğimiz bir zaman dilimidir. O nedenle izin verelim çocuklarımız çocukluklarını yaşasınlar.

Davetimi kırmayıp konuğum olduğunuz için, değerli katılım ve bilgilerinizden dolayı çok teşekkür ederim. Başarılarınız artarak devam etmesini. Diliyorum. Birmilyonkalem ailesinde bulunmaktan ayrıca onur duyuyorum. Hep gönül gönüle olmak dileğimle.

Ben çok teşekkür ederim İpek bu güzel söyleşi için. 1MK benim için de ailem gibi. 1MK sahiden bir gönül yolculuğu. Onu yaşamak gerek… Bu ay 1MK’nın 3. doğum günü. Kutlu olsun!

2 yorum:

nehircce dedi ki...

Ben her ikinize de çok teşekkür ederim.Bence çok faydalı bir röportaj olmuş.Tebrik ederim.

mutfakcini dedi ki...

Teşekkürler canım..Faydalı, aynı zamanda keyifli bir söyleşi olmuş..Sevgilerimle öpüyorum seni.