her yere izler bırakan Baktığı her göz'de hayâl olan. Kalemi kanatlarıyla tutan,Çırpınışını yazılara yansıtan bir Siyah kelebeğim.Hepinizi beklerim.Hoşgeldiniz Efendim.!



13.12.2010

Minin eller üşümesin, ayaklar donmasın.

Sevgili arkadaşlar. Bilmilyonkalem'in yeni kampanyası olan,Minin eller üşümesin, ayaklar donmasın. konulu yardım kampanyasına katılmanızı ve duyurmanızı rica ediyorum. detaylar için Resme veya linke tıklayınız.!

Artık düşen dökülen yaprakları toplama zamanıdır.


Artık düşen dökülen yaprakları toplama zamanıdır.


Uzun zaman dır yazmadım, yazamadım. İnsan hep aynı kalamıyor. İlgi alanları değişiyor, Farklı şeylere ilgi duyup bazen ondan bile sıkılabiliyorlar ki, ben çok çabuk sıkılan ilgi alanlarını çok sık değiştiren biriyim. Size içeriden yazıyorum. İçeride olmak demek her gün aynı olmak demek. İlgi alanlarım farklı yönlere kaysada size hep aynı yerden sesleniyorum.

İlgi alanlarım hep içeride değişiyor. İçerisi dışarısından çok farklı. İçeride olan bir insanın ilgi alanlarıda hep içinde olduğunuz mekanda değişiyor. Takip ettiklerinizin yerini başka ilgi alanlar alabiliyor. Ama bu ilgi alanları ya Televizyon yada Bilgisayar ortamında sık sık yer değiştiriyor.

Genelde içeride olan biri olarak daha çok Tv ve İnternet ortamlarında vakit geçiriyorum. Durum böyle olunca aslında yazacak çok şey doğmuyor. Ama bu gün ilgi alanım buraya kaydı. Canım yazmak istedi.

Hayatta her şeyin bir sonu vardır. İçinde yaşadığımız Dünya'nın bile bir sonu var. 2006 yılında başlayan ortalığı kasıp kavuran Reşat Nuri Güntekin'in Yaprak Dökümü adlı eserinden günümüze uyarlanan dizisi artık 29 Aralık akşamı sona eriyor. Yayınladığı ilk günden beri bir tek bölümünü bile kaçırmadan izledim. İçinde kendimden çevremden, Ailemden çok şey buldum.

Yaprak Dökümü dizisi, hepimizin hayatlarından birer kesitti belkide. O dizi bizim bir yansımamızdı aslında. Diziler hayayımıza girdiği günden itibaren Televizyon alemine daha çok bağlandık. Diziler bizim olğunlaşmamızı, bazı gerçekleri görmemizi, bakış açılarımızı değitirmemiz gerektiğini gösterdi ki, hepimizin bakış açıları bir nebze olsa bile değişmiştir. Yaprak Dökümü dizisi bana, özellikle ailenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha öğretti. Gerçekten Aile demek kocaman kökleri sağlam olan, bir Ağaçtı. Ve bu ağaçtan dökülen her yaprak o büyük ağacı her nekadar zayıf düşürsede hiç bir zaman yıkmazdı. Kökü sağlam bir ağaç Yaşadığı en zor şartlarda bile ayakta durablirdi.

Kökü sağlam bir aile olmak, yaşlı kökü sağlam bir ağaç gibi ayakta kalabilmek çok zordur. Bunu bu şartalarda şimdi ki ortamda yapabilen çok azdır aslında. İşte bu yüzdendir eskilere özlemimiz. işte bu yüzdendir, böyle aile dizilerine bağlanmamız.

Hayat bazen bir dizi gibidir. Her gün yeni bir bölümü çekilir. Sen hep başrolde olsanda, karakterler hep değişir. Ne zaman sen gidersen işte o zaman dizi biter son finalle kanal değişir.




İşte böyle...

Dizi bitiyor. Ama hiç unutulmuyor. Umarım ve dilerim ki, sizin diziniz mutlu son ile final olur.

Sevgiler...

10.11.2010

ULU ÖNDERİM

Ben umutsuz değilim. Ulu Önderim'e, Atam'a karşı boyunum bükük değil. O'na karşı bir utanç duymuyorum. Ayrıca ben bu ülkenin geleceğinde de umutsuz değilim.
Bu ülkede, Bayrağımız dalgalanıyor, Dolma Bahçe dolup taşıyor, Atamız yine Anıt Kabir'de göz yaşları içinde anılıyor. Ona saygı çok büyük. O bir insandı. Etten ve kemikten yaratılmıştı. O bizim gibiydi. Tek farkı Çok özel yaratılmıştı. Zekası, görüşü, fikirleri, kalben ve fikren güçlü oluşu, azim ve kararlılığı, her değişime açık oluşu. Bu saydıklarıma sizlerde bir çok vasıf ve özellik ekleyebilirsiniz. Koca bir ülke ona hayran. Bu sebebsiz olamaz. Hatta bu tartışılmaz.

Şunuda söylemek isterim ki, Bu bayrak halâ dalgalanıyorsa, Cumhuriyetimiz ve diğer bayramlarımız halâ coşkuyla kutlanıyorsa, bunu önce Atamıza ve sonra Milliyet'çi, Atatürk'çü Ulusumuza borçluyuz. Atamıza karşı elbet yanlışlarımız kusurlarımız olmuştur. Görevlerimizi tam olarak yerine getirememiş olabiliriz. Ama ona sevgimiz tamdır.
Az öncede dediğim gibi o bir insandı. Sevenleri olduğu gibi, sevmeyenleride vardı. Ve halâ da var. Ama Sevenleri her geçen gün artmakta. onu seven sayan, tanıyan, Onun izinden gitmek için yeni yeni adım atmaya başlayan minicik yürekler var.

Çocuklarımız var. Onun izinden gitmeye yürekli nesiller yetşiyor. Her kitapta Atamızın resmi var. onu her gün anıyoruz ve hatırlıyor ve çok seviyoruz. Yaratılışımızın acı gerçeği ölüm, elbet hepimize uğrayacak. Önemli olan ölmek değildir. Öldükten sonra arkanızda iz bırakmak önemlidir. Atamız öyle izler bıraktı ki, biz o izleri takip etmekteyiz. Yolumuz şaşırsada, istikametler azalsada, hedefimiz çatllaşsada biz Türk Milleti olarak he zaman onun İzindeyiz.

Atamız Türk Milleti için ne güzel bir telaffuzda bulumuş ''Aziz Türk Mİlleti'' diyerek
Bu söze layık olmak çok zor. Altından kalkmamak, Aziz Türk Milleti olabilmek yada kalabilmek...

Ben bu Aziz Türk Milleti'nin bir evladıyım, Aziz bir Türk olabilmek için elimden geleni yapıyor ve evlatlarımı ona göre yetiştiriyorum. Umutsuz, mutsuz, çaresiz değilim. Onu yaşamayı, yaşatmayı bir görev biliyorum.
Ulu Önderim'i Saygı ile, Şükran ile, Ve büyük bir özlemle anıyorum.

Ruhun şaad olsun ATAM...
ULU ÖNDERİM SEN HER DAİM KALBİMİZDESİN...

3.11.2010

A. Şebnem Soysal ile keyifli bir Ropörtaj.

Efendim merhabalar. Bu gün önemli bir röportaj ile karşınızdayım. Uzun zamandır planladığım ve istediğim bir buluşmaydı bu. Sonunda gerçekleştirecek olmanın sevincindeyim. Bu gün blog dünyasının önemli bir ismiyle karşınızda olacağım. Birmilyonkalem İnternet Sİtesi kurucularından, http://www.uzagagidenkadin.blogspot/ un sahibi ve yazarı Sayın Psk. Dr. A.Şebnem SOYSAL ile faydalı bir sohbet gerçekleştirmeyi umut ediyorum ve hemen başlıyorum...


Şebnem Hanım öncelikle hoş geldiniz. Davetimi kırmayıp konuğum olmayı kabul ettiğiniz için şahsım ve okuyucularımız adına çok teşekkür ediyorum. Nasılsınız sorusuyla başlamak isterim

Teşekkür ederim sevgili İpek iyiyim. Son röportajını büyük bir keyifle okudum. Buradan sevgili Delfina’ya sevgilerimi gönderiyorum ve seni de kutluyorum. İçten, sıcak ve samimi bir sohbet olmuş. Kaldı ki bu işin gerçekten çok zor olduğunu düşünüyorum. Daha önce birkaç röportaj verme denemem oldu ama çoğu tamamlayamadım. Dilerim bu sefer başarabilirim.

A. Şebnem SOYSAL kimdir? Bize kendinizden, yaptığınız işlerden bahseder misiniz?

Nisan 1975 Ankara doğumlu bozkırın kızıyım. Sanırım beni en iyi anlatan cümle bu. Anadolu’yu çok seviyorum. Bu coğrafyayı, bu iklimi çok seviyorum. Kara iklimine benzediğimi düşünüyorum. “Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlı” gibi ezber cümleden çok daha fazlası var aslında. Onun için bozkırda yaşamak gerek. Anadolu’nun kapalı kalmışlığına, yalın ayak bir başkaldırı benim hayatım diye düşünüyorum.
Bürokrat bir ailenin 3. çocuğuyum. Üniversitede psikoloji okudum. Ardından klinik psikoloji yüksek lisansı, sonrasında da deneysel psikoloji doktorası yaptım. Mesleğimde 15. yılımı doldurdum. Halen bir üniversite hastanesinde çocuk psikoloğu olarak çalışıyorum. Onlarca bilimsel makalem ve çeşitli kitaplarda bölümlerim var. Doktora sonrası eğitimime devam ediyorum.
Onun dışında neler yapıyorum sorusuna gelince…
Birmilyonkalem.com’un genel yayın yönetmenliğini yapıyorum. TÜBİTAK tarafından yayınlanan okul öncesi bilim dergisi Meraklı Minik’te yazıyorum. Zaman zaman radyo programları yapıyorum. Kasım ayında raflarda yer alacak “Artık R Diyebiliyorum” isimli kitabın yazarlarından biriyim. Gelecek yıl yayınlanacak sürpriz iki kitaba daha imza atmaya hazırlanıyorum. Aklıma ilk gelen işlerim bunlar.
Unutmadan bir de Cevat Ilgaz’ın halasıyım. Sanırım yaptığım en iyi iş bu.

Birmilyonkalem gibi bir siteyi ne zaman açmaya karar verdiniz? Sitenin açılıştaki amacı neydi? Sitenin son durumundan ve gelişmelerden bahseder misiniz?

 Birmilyonkalem’i sanılan ve bilinenin aksine bir enkaz olarak devraldım. Site, o zaman ki adıyla “birmilyonfikir” sahibinin ani olarak verdiği kararla birden kapatıldı. O zaman da sitenin editörüydüm. Bu beklenmedik durum karşısında kısa süreli bir şaşkınlık dönemi geçirdim. Kendim yazmayı istiyordum. Bundan öte sorumlu olduğum yazarlar vardı. Daha önce ellerine hiç kalem almamış benim çağrımla yazmaya başlayan ve bu işten keyif alan insanların çabası hak etmedikleri bir şekilde kesintiye uğramıştı. Sonra kanserle mücadele eden Şaika Hanım vardı. Yazmak onu yaşama bağlıyordu. Bu dünyadan gittikten sonra da anımsanmak, iz bırakmak istiyordu. Birmilyonfikir kapatıldığına göre bir acil bir eylem planına ihtiyacım vardı. O zaman blogspotu açtım. Yazmaya başladığım ilk site olan Onpunto’da o günlerde kapatılmış, yazar pek çok dostum blogspotta var olmaya çalışıyordu. Eski Onpunto yazarları bir araya geliyor, siteler kuruyordu. Ancak, hiç biri uzun ömürlü olmadı. Peşpeşe bloglar açılıp, kapanıyordu. Bir süre olan biteni sessizce izledim. Ben yazmak istediğimi biliyordum. Ama bu işi bireysel olarak yapmak yerine, birçok yazarı bir şemsiye altında toplama düşüncem vardı. Ancak, bir siteyi alt yapı olarak canlı tutacak bilgim ve donanımım yoktu. Düşüncelerimi Erkan Bal’a açtım. Kendisi 12 siteyi yönetiyordu bir 13’ü neden olmasın ki dedi. Yaklaşık üç gün geceli gündüzlü uğraştı ve 1MilyonKalem’i (1MK) okurları ile buluşturdu. Kendisine şükran borçluyum. Çünkü o gün bana güvenmeseydi, beni böyle desteklemeseydi bugün 1MK vasıtasıyla pek çok düşümü gerçekleştiremezdim.
1MK kurmak başlı başına bir emek işiydi. Sonra inanılmaz bir var olma savaşı başladı. Birçok internet sitesi içinde var olmaya çalıştık. Dağılan yazar kadrosunu toplamak, yeni yazarlar bulmak, hemen her gün sayfayı hareketli ve canlı tutmak sanıldığı kadar kolay olmadı. Çok çalıştık. Amacımız 1MK’yı insan odaklı olmaktan çıkarmaktı. Ben ya da Erkan bey yazmaya ara verdiğimizde, olmadı gittiğimizde ya da öldüğümüzde 1MK bundan etkilenmemeliydi. 1MK da kendi başına işleyen bir düzen olmalıydı. Biz öncelikle bunu başardık. Derken düzen oturdu ve keyfimize göre yazmaya başladık. O zamanlar her ay bir kapak konusu belirler ve ona göre yazardık. İlk üç gün sayfada kapak kalırdı. Çok emek harcadık ama muhteşem işlere imza attık. Merhaba 1MK, Yine Aylardan Kasım, Aralık Seksidir, Uyanışlar/Başlangıçlar, Yaşamın İlmiği Nefes bellek antolojimden hemen çağırabildiğim kapak konuları mesela. İlk 1,5 yıl böyle bir coşkuyla geçti. 1MK günlük 450 kişinin ziyaret ettiği bir sire haline geldi.
İkinci yılda kapak yapmaya ara verdik. Derken bir nisan ayında ilk kampanyamız olan Her Çocuğun Bir Masalı Olmalı ile sitenin var oluş amacı sadece yazmak ve kendimizi ifade etmek olmaktan çıktı. Sitenin vurgusu “bir gönül yolculuğu” ilk kez ete, kemiğe büründü. Çünkü artık çocuklar için çabalayan insanların bir araya geldiği bir sivil hareket olma yolundaydık. Bir kütüphane kurmaya başardık. Derken kampanyalar birbirini izledi. Yeşilovacık’tan Tokat’ta, Dursunbey’den Ulupamir’e, Adıyaman’dan Çınarcık’a kadar uzandık. Bugün sayısı binleri geçen çocuğumuzun gülümsemesinde rol oynadık. Sadece maddi yardımlarımız olmadı elbet. Toplumsal sorunlara karşı duyarlılığımızı artırmak için çocuk istismarı ve işitme engelliler dilini öğrenmek için de çalıştık. Buradan çabalarından ötürü 1MK editörleri Ateşböceği, Beenmaya, Damak, Efsa, Erkan Bal, Ness, Oğuz Marangoz’a ve sana Siyah Kelebek çok teşekkür ediyorum. Ayrıca hemen hergün sayfaya gelerek yazıları okuyan, yorum bırakan, kampanyalara destek veren okurları da sevgiyle selamlıyorum.

Sayın Şebnem hanım, bu hareketin içinde olmaktan, sizinle ve diğer tüm arkadaşlarımla birlikte çalışmaktan dolayı o kadar mutluyum ki, Sizler bizlere kendimizi önemli hissetmemize neden oldunuz. Umarım uzun yıllar hep beraber bu çatı altında daha güzel ve faydalı işler yaparız.
Lafı fazla uzatmadan diğer soruma geçmek isterim. Çok okunan bir blogun sahibisiniz. Uzağa Giden Kadın nasıl bir blog. Okuyucu neler buluyor bu blogda?

:) Sevgili İpek, Uzağa Giden sahiden çok okunuyor mu bilmiyorum. Şu anda 486 kişi tarafından izleniyor. Onlardan kaçı düzenli okuyucu onu bilmiyorum. Arada blog yazar olmayan kişilerce olduğunu da biliyorum. Ama Uzağa giden seviliyor biliyorum. Google’dan tarama yaptığımda pek çok yerde yazılarımı görüyorum.
Uzağa Giden Kadın nasıl bir blog sorusuna gelince… Benim için sanal bir kahramandan fazla bir karakter Uzağa Giden. Onu çok seviyorum. Bazen Uzağa Giden’i hayal ediyorum. Upuzun siyah saçları olduğunu düşünüyorum. İnce belli bir kız bu diyorum kendi kendime. Gözleri toprak rengi, elleri çalışmaktan başak başak. Bazen onu filme aldığımı hayal ediyorum Tuz Gölü kenarında çorak toprağın ortasında. Komik değil mi? Beni de güldürüyor bu. Ama imgelemekten alı koymuyor.
Uzağa Giden tam bir bozkır insanı. Zorlukların gölgesinde bir gelincik gibi yaşıyor. Mücadeleci, hırslı, aşka aşık bir kadın. Uzağa Giden ile hayatı yazıyorum ben. Tek kişilik bir dünya onunkisi. Nesnesi sadece bir kadın olan bir dünya. Belki de bu yüzden yazdıkları hep gerçek sanılıyor, ya da gerçekleri düş. Okur bu sayfada ne bulur bilmem belki bu röportajı okuyanlar bize söyler bunu. Çünkü insanlar daha çok öykülerle ilgileniyor. Bu sayfada çok kişinin rol oynadığı öyküler yok. Zaman zaman tutkulu aşk hikayeleri, toplumsal yaralar yazılır. Limon (sarı araba!) ile yolları arşınlanır, fotoğraflara konulmuş şerhlerle şiir dünyasına yolculuk edilir, bazen mutfağa geçilir yemek pişirilir…

Ben Uzağa giden'in bir kitap kahramanı olmasını ve bir hikayede yer almasını çok isterim mesela :)
İyi bir yazar nasıl olunur? Okunmayı, izlenmeyi arttıran faktörler nelerdir?

İyi bir yazar nasıl olur inan bilmiyorum İpek. Ama blog yazarı olmak ciddi bir iş diye düşünüyorum. Onun için sürekli yazmak önemli. Yazmak belli bir disiplin gerektiriyor çünkü. Zihnimize düşen her kelimeyi yazmıyoruz. Olay ve mekan sıralaması yapıyoruz. Kurgumuzu okura sunmak için bir akış şeması yapıyoruz. Bu da öyle kolay bir iş olmasa gerek. Uzağa Giden’in ilk yazılarına bakıyorum bazen. Ne kadar abartılı ve uzun cümleler var. Oysa önemli olan kısa cümlelerle çok şey anlatabilmek. Duru ve akıcı bir dil çekmeli okuru. Yoksa anlaşılmaz olmak, azıcık tepeden bakarak yazmak insanları uzaklaştırıyor. Yazdıkça düşüncelerimiz bir düzene giriyor. Yazmak için farkındalık gerek. Bu topraklara, insana, olaylara. Hissetmek ve ifade edebilmek için 5 duyuyu 1 yapmak gerekiyor gibi geliyor bana. Bu yüzden de iyi beslenmeli insan. Gezmeli, okumalı, izlemeli, dinlemeli. Ama en çok insana temas etmeli. O zaman sahici öyküleri anlatıyor insan ve okunuyor.
Okunmayı ve izlenmeyi artırma konusu ise sosyolojik bir durum. Onun için uzun uzun analizler yapıldı. Herkes gibi ben de okunmak isterim. Başlangıçta bu arzum çok fazlaydı. Şimdi kalemimi öyküler yazmak için kullanmak istiyorum. İlgilenenler gelsin, okusun. Düşlerini, düşüncelerini paylaşsın diliyorum. Çok izlenmek ya da okunmak için özel bir çabam yok.

Sizinle aynı kanıdayım.
Yoğun çalışma temposu, yazarlık, aynı zamanda uzmanlık alanınız olan çocuk psikologluğu… Hepsini aynı anda götürmek zor mu? Başarınızın bir sırrı var mı?

Yazarlık! Ne hoş bir tanımlama. Yazmayı çok seviyorum. Uzağa Giden’le nefes alıyorum ben. Ama ona şimdi kampanyalarla bambaşka bir misyon yükledim. O çocukların “yakın kadını” artık. Ben yaşamım boyunca her zaman çalışarak yaşamda yer buldum İpek. O nedenle bunun için çok çaba harcamadım. Sadece işlerimi iyi organize edebiliyorum. Böylece aynı anda birkaç işi yapabiliyorum. Bir de iyi sosyal desteklerim var. Her işi ben yapmıyorum. Başarımın sırrı ekip olabilmekte saklı sanırım.


Ekip olabilmek, yada ekip olabilmeyi başarmak çok önemli, A.Şebnem SOYSAL'ın yakın zaman da ya da ileride gerçekleştirmek istediği planları projeleri nelerdir? Biraz bahseder misiniz?

Hmm. 1MK’da bu yılda bir yılbaşı kampanyası olacak. Kampanyanın şimdiden ön hazırlıkları başladı. Onun dışında şimdilik ufukta görülen pek bir şey yok. Uzağa Giden pabucuna yazdı gidilecek yerleri. Yol belki götürür.

Hayırlı yolculuklarınız olsun İnşallah.
Efendim gelelim, benim için ve tüm aileler için önem arz eden sorulara. Mesleğiniz ve uzmanlık alanınızdan izninizle biraz faydalanmak isteriz. Bende iki çocuk annesiyim. Zaman zaman sorunlar yaşıyoruz çocuklarımızla. Çocuk yetiştirmenin püf noktaları var mı? Nelerdir? Bir çocuğu iyi bir birey yapmanın anahtarı nedir?

Aman Allah’ım ne kadar zor sorular bunlar. Üstelik peşpeşe. Hepsine sanırım verebilecek tek bir yanıtım var. Anne baba olmayı hemen her gün öğreniyoruz. İçine düştüğümüz tek yanılgı ise çocukluk dönemini geleceğe dönük yapılan yatırımlar çağı olarak görmemiz. Belki böylesi kolayımıza da geliyor. Çocuğumuza matematik öğretmek, onunla oturup saklambaç oynamaktan daha kolay çünkü. Nasıl bir toplum istiyorsak öyle bir ev düzeni kurmak gerekiyor. Birbirini dinleyen, ihtiyaçlarına duyarlı, ilişkide senkronun tuttuğu, çocuğun gelişim düzeyine göre yapabileceği becerilerini sergileyebildiği, her gereksinim duyduğunda anne ve babasını yanında bulabildiği bir düzen sağlıklı bireylerin yetişmesini sağlayacaktır.

Artık okullar açıldı. Bir çok çocuğumuz eğitime ilk adımı attı. Bunun akabinde okul fobisi oluşmaya başladı çocuklarda. Okul fobisi nedir? Neden ortaya çıkar? Okul fobisini tetikleyen faktörler nelerdir?

Önce bütün çocuklarımıza keyifli bir eğitim-öğretim yılı diliyorum. Senin oğlunda okula başladığını biliyorum İpekcim. O nedenle bu konulara daha hassassın.
Okul korkusunun nedeni anne ve bebek arasında kurulan güvenli bağlanma ilişkisine kadar uzanmaktadır. Anne ve çocuk arasındaki bağlanma örüntüsünün ne derece sağlıklı kurulduğu ilk resmi ayrılık olan okula başlama ile test edilebilir. Bebeğin annesine bağlanmasındaki temel neden gereksinimlerinin karşılanmasıdır. Kuşkusuz ki bu gereksinimlerin hepsi aynı yoğunlukta değildir. Bazıları belirli bir önceliğe sahiptir. Annenin bebeğin gereksinimlerini karşılayabilme derecesi ileriki dönemde bebeğin bir birey olarak ortaya koyacağı davranışlar üzerinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Anne yalnızca açlık ve susuzluk gibi birincil gereksinimlerin doyurulduğu bir merkez değildir. Bebeğin anneye bağlanmasının en önemli nedenlerinden birisi, annenin bebekteki korkuyu azaltma yeteneğidir. Bebeklik ve erken çocukluk döneminde, yeni bir durumla karşı karşıya kalındığı zaman, çocuğun göstereceği tepkiye annenin davranışı çok belirleyicidir. İki ile yedi yaş arasındaki süreci kapsayan işlem öncesi döneminde, uyaranlara karşı nasıl tepki verileceği biçimlenmektedir. Bu dönemde çocuk dil yeteneklerini ve simge oluşturma becerisini geliştirir. Belirteçleri (nesnel durum, nesnelerin yerine geçen sözcük ve imgeler) anlamlardan (bu kelime ve imgelerin çağrıştırdığı algılanamayan durumlar-olaylar ) ayırt etmeye başlar. Nesne sürekliliğini kazanan çocuk, oyunlarında düş gücünden yararlanmaya başlar. Nesnelere işlevleri dışındaki olguların simgeleriymişçesine davranma yetisi bu dönemde gelişir. Bu düzeyde çocuk gittikçe artan bir biçimde dış dünya ve kendi eylemlerinin soyut betimlemelerini denemeye başlar. Korku, kaçma ve kaçınma davranışları da bu dönem içerisinde öğrenilmektedir. Bu dönemde görülen en belirgin korku ise ayrılma korkusudur. Ayrılma korkusunda, korkunun nedeni genellikle çocuk değil, annedir. Anne, çocuğun kendisinden ayrılıp, örneğin okula başlamasını istemez ve bunu çok dolaylı ve ince iletilerle çocuğa aktarır. Anne, çocuğa o okula başladığında kendisinin bütün gün onu bekleyeceğini, bunu yaparken onu çok özleyeceğini, birlikte ne kadar güzel zaman geçirdiklerini anlatmaya başladığında ve bunu uzunca bir zaman sürdürdüğünde, çocuk okula başlamayı adeta annesine ihanet etmekle eşanlamlı tutmaya başlar ve okula gitmek istemeyebilir. Bu da okul fobisi ya da ayrılma kaygısı olarak tanımlanabilir. Bu durumda; ayrılma korkusunun uzamış haline de okul korkusu demek yanlış olmayacaktır.

Evet bende aynısını oğlumda yaşadım. Bana belkide sık sık sarılmayan çocuk, bana sarılıp ağlıyor ve seni özlüyorum Anne ifadesini kullanıyordu. Bu beni çok etkiledi.
Okul Fobisi'nde aile çocuğuna nasıl davranmalı? Nasıl telkinlerde bulunmalı? Telkinler ve yardımlar fayda etmezse aile neler yapmalı?

Okul korkusu nasıl ortaya çıkmış olursa olsun, kaynağı genellikle anneden ya da anne yerine geçen kişiden ayrılma korkusudur. Bu hastalık aslında bir aile nevrozudur. Okul korkusu olan çocukların bulunduğu ailelerde genellikle aile bireyleri birbirine çok bağlı ya da bağımlıdırlar. Sürekli biri öbürüne bir şey olacağı korkusunu yaşamaktadır. Buna ek olarak evdeki çatışmalı ortam ya da küçük kardeşin anne ile daha fazla yakınlaşabileceği düşüncesi, çocuğun aklının evde kalmasına ve okulda durmakta zorlanmasına neden olabilir. Çocuk için anneden ayrılma sayılabilecek her türlü olay, annenin hastalanması ve hastaneye yatması, annenin ya da çocuğun bağımlı olduğu kişinin bir süre için evden uzak kalması, kardeş doğumu nedeniyle annenin ilgisinin bölünmesi ya da boşanma sözü geçen bir ana baba kavgası ortaya çıkartıcı etkenler olarak sayılabilir. Okul korkusu geliştiren çocukların kişilik özellikleri incelendiğinde genellikle başarı kaygısı olan, uslu, uyumlu ve aşırı onay bekleyen bir kişiyle karşılaşılır. Bu kişilik özelliklerine sahip çocuklarda yaşam alanında ortaya çıkan herhangi "örseleyici" bir durum "kriz" olarak yorumlanabilir ve hastalığı başlatabilir.


Okul korkusuyla baş etmede ailelerin izleyeceği bazı yöntemler vardır. İlk olarak çocuğun okula gitmesi konusunda tutarlı davranmak gerekmektedir. Okul korkusuyla baş etmede yapılacak ilk iş çocuğun olabildiğince çabuk okula geri dönmesidir. Okula devam etme çocuk için kendi gündemini oluşturmasını sağlayacak, çocuğun korku nedeniyle yaşadığı belirtiler azalacak ve tüm bunların sonunda çocuk okula gitmekten yeniden zevk almaya başlayacaktır. Okula gitme zamanı yaklaştıkça ebeveynlerin kaygılarını kontrol etmeleri gerekmektedir. Anne-baba çocuğun
huzursuzlanacağına yönelik bir kaygıya sahiplerse bu onların duygu, düşünce ve davranımlarını etkileyecektir. Bu nedenle çocuk okula gideceği gün, aile üyelerinin sıradan bir günmüş gibi davranmaları, korkuyu çağrıştıracak ya da tetikleyecek davranımlardan uzak durmaları gerekmektedir. Çocukla korkusunu ve nedenleri konuşmak onun duygu ve düşüncelerinin önemli
olduğunu iletmek açısından önemlidir. Ancak, bu durum sürekli olarak bu korkuyu konuşmaya ve
gündem oluşturmaya dönüşmemelidir. Çocuğun aile üyeleri dışında da yakın ilişkiler kurabileceği insanların olması kendini güvende hissetmesi açısından oldukça önemlidir. Bu nedenle çocuk akranlarıyla iletişim kurması yönünde desteklenmelidir. Öğretmene durumla ilgili bilgi verilmesi ve işbirliği yapılması tedaviyi kolaylaştıracaktır.


Bozukluğun giderilmesinde çocuğun ailesi büyük önem taşır. Okula gitmediği için çocuk suçlanmamalıdır. Bu sıkıntılı durumun geçici olduğunu, bazı başka çocuklarda da görüldüğünü ve kolaylıkla iyileştiğini çocuğa anlatmak iyi olur. Çocukları okul korkusu yaşayan ailelere önerilerime gelince:


- Çocuğun okula gitmesi konusunda ailenin tüm bireyleri olarak kararlı ve ısrarlı olun. Gitmemesi halinde sınıf içindeki grup çalışmalarında aksaklıklar olacağını anlatın. Kararlılığınızı sözel olduğu kadar beden diliyle de çocuğa yansıtın. En ufak bir tereddüt fobiyi tetikleyen bir uyarıcı niteliği taşır.


- Doğrudan onu üzen bir şey olup olmadığını sorun. Size yalnızca kendini hasta hissettiğini ve okulda hoşuna gitmeyenlere ilişkin aklına hiçbir şey gelmediğini söyleyebilir. Siz yine de bu konuda onunla görüşün. Okul yaşamının temel boyutları hakkında konuşun. Örneğin; arkadaşlar,
sınıf çalışması, oyunlar, oyun alanındaki etkinlikler, okul yemekleri, okul tuvaletleri ve öğretmeni.


- Davranışlarındaki herhangi bir değişikliği ayırt etmeye çalışın. Dikkatli düşündüğünüz zaman, bazı yönlerden davranışlarında bir değişiklik olduğunu fark edebilirsiniz. Örneğin belli bir arkadaşı hakkında artık hiç konuşmaması ya da öğretmeniyle ilgili yalnızca olumsuz yorumlar yapması gibi. Bu sizi sorunun kaynağına götürebilir.


- Sınıf öğretmeniyle görüşün. Çocuğunuzun sınıf öğretmeni, okuldaki gelişimine ilişkin en iyi bilgi kaynağıdır. Ona kaygılarınızı açıklayın ve onun gözlemlerini, düşüncelerini dinleyin. Bu,
aynı zamanda öğretmenin dikkatinin, önceden farkında olmadığı bir noktaya, çocuğunuzun
mutlu olmayışına çekilmesini sağlayabilir.


- Gerekli gördüğünüz yerde değişiklik yapın. Sorun bazen kolaylıkla çözülebilir. Örneğin; sınıf
içinde grup değişikliği ya da sınıf öğretmeninin birkaç gün ek yardımda bulunması; çocuğunuzun
biraz yatışması, sorunun çözülmesi için yeterli olabilir. Bunun gibi elverişli bir çözüm varsa, en
yakın zamanda uygulamaya çalışın.


- Çocuğunuzun düzenli olarak okula gitmesini sağlayın. Sorun ne olursa olsun ya da sorunu çözmeniz ne kadar uzun sürerse sürsün, çocuğun okula düzenli olarak gitmesi çok önemlidir. Ne kadar uzun süre okula devamsızlık yaparsa, yeniden düzenli olarak gitmeye başlaması o kadar zorlaşacaktır. Her şeyin yolunda gideceği konusunda her zaman ona güven vererek, ağlayacakmış gibi görünse bile yine de onu okula götürün.


- Çocuğun okul fobisini tetikleyen etken evdeki sorunlardan kaynaklanıyorsa, bu sorunları çözmeye çalışın. Çocuk öncelikli olarak huzurlu bir ev ortamına gerek duyar. Sağlıklı gelişim ve eğitim ancak böyle bir ortamda olanaklıdır.
- Bağımlı olduğu ebeveyn yerine okula diğer ebeveynin götürmesini ya da okul servisiyle gitmesini sağlayın.

Okul fobisinde aile kadar öğretmenin de önemi var mı? Öğretmen okul fobisi olan öğrencisine nasıl yaklaşmalı?

Öğretmeler okul fobisinin tedavisinde en çok işbirliği yaptığımız kişilerdir. İlkokul çağındaki çocukların eğitiminde en temel öğe, öğretmen ile çocuklar arasındaki ilişkidir. Bu ilişkinin niteliği, çocuğun okula ve arkadaşlarına karşı gösterdiği tepkiyi, başarısını ve gelişimini etkiler. Okul korkusunda öğretmen, çocuğun kaygısının kaynağının okulla bağlantılı olmadığını anlamalı ve bu kaygının doğru ele alınması konusunda aile ve hekimle işbirliği yapabilmelidir. Öğretmenin tutumu çocuğun okulu sevmesi, kendini güvende hissetmesi yönünde olursa sorun çok daha çabuk çözülebilir. Çocuğun okula yeniden alıştırılması davranışçı tedavi teknikleri doğrultusunda, sistematik duyarsızlaştırma ve koşullandırma yöntemleri ile sağlanır. Bu arada çocuğun okula gitmesi desteklenirken, bir yandan da aile içi ilişki ve iletişimlerdeki bozuk yanlar ve bu korkuya yol açan nedenler, çocuk ve aile ile birlikte ele alınarak çözümlenmeye çalışılır.

20-25 yıl öncesine kadar Okul fobisi diye birşey yoktu. Belki vardı ama adı konulmamıştı belki de. Çocuklarımız yani yeni nesil diye tabir edilen kısım, neden bu hale geldi. N' oldu da çocuklarımız okuldan korkar oldular?

Kadınlar daha çok sosyal hayatın içine girdi. Çalışan kadınların sayısının artması belki de çocukluk çağı psikopatolojilerinin artmasına neden oldu. Bağlanma ilişkisinin yeterince kurulamaması anne-çocuk arasındaki iletişim güçlüklerinin artması belki de bu durumun temel nedenidir. Ama buradan “kadınlar çalışmasın” şeklinde yanlış bir mesaj da alınmasın.

Size katılmamak mümkün değil. Çok haklısınız.
Ana sınıfına giden çocuklarda daha sık gözleniyor okul fobisi. Çocuklarımıza okul öncesi eğitim verirken dikkat edilmesi gereken unsurlar var mı? Okul öncesi eğitim, okula hazırlarken aynı zamanda ters tepki verebilir mi? Ana sınıfına gitmeyen, aile bireyleri çalışan ve aile büyükleri tarafından büyütülen çocuklarda okul fobisine daha az rastlanırken, okula uyumları daha iyi sağlanıyor. Bu benim gözlemim. Bu konuda ki düşünceniz nedir?

Sevgili İpek, çocukların okulla erken tanışmaları çok önemli. Neden dersen düşün ki pek çok okula başladığında ilk kez kalem tutuyor. Anne ve babası dışında bir göz onu görüyor. İşitme ve görme kayıpları olan pek çok çocuk öğretmen tarafından bir hekime yönlendiriliyor. Konuşma bozukluğu olan, öğrenme zorluğu olan çocukları ilk anasınıfı öğretmenleri fark ediyor ve kliniklere yönlendiriyor. Sadece hastalıklar açısından değil okul çocuğun yeteneklerinin fark edildiği, ailesinden ayrılarak kendine ait bir dünya kurduğu ilk yer. O nedenle 6 sahiden çok geç! Elbette nine ve dedelerle büyümek çok hoş. Yaşama başlayan ve sona yaklaşan iki neslin birbirine vereceği çok şey var. Ama bu işinde bir dengesi olmalı. Ama bu evrensel bir durum. Bizim gibi ataerkil aile yapısı olmayan ülkelerde de görülüyor. Çalışmalar, özellikle ilkokul döneminde olan çocukların yüzde beşinin okul korkusu yüzünden okuldan geri kalmakta olduğunu göstermektedir. İlköğretim ikinci devrede ve lisede de görülebilen okul korkusunun tedavisi, yaşı küçük olan çocuklarda daha kolay olmaktadır. Okul korkusunun, erkek ve kız çocuklarda görülme sıklığı eşittir. Çocuğun okula başlama yaşı olan 5- 7 yaşlar ve yine ilköğrenimin bittiği, daha büyük sınıflara başlama dönemi olan 12-14 yaşlar arasında en yüksek oranda ortaya çıktığı saptanmıştır. Uzunlamasına yapılan çalışmalar, okul korkusu olan olguların çoğunun okula döndüğünü göstermektedir. Prognozu ya da klinik gidişi olumlu yönde belirleyen etmenler arasında zeka, tedavinin 14 yaşından önce başlatılmış olması ve yatarak tedavi gören hastalarda, taburcu olurken belirtilerin ortadan kalkması sayılabilir.


Sayın A.Şebnem SOYSAL Aslında sordukça sorasım geliyor ama artık sizinde fazla vaktinizi almak istemiyorum. Röportajımızın sonuna gelmiş bulunmaktayız. Son olarak okuyuculara bir mesajınız var mı?


Nasıl bir toplum düşlüyorsanız ailenizi ona göre biçimlendirin. Benim inanışıma göre mutlu bir toplum örselenmemiş çocukluk çağından geçer. Çocukluk erişkinliğe hazırlıkla geçirilen bir dönem değildir. Bugünü yaşama arzusunu edindiğimiz bir zaman dilimidir. O nedenle izin verelim çocuklarımız çocukluklarını yaşasınlar.

Davetimi kırmayıp konuğum olduğunuz için, değerli katılım ve bilgilerinizden dolayı çok teşekkür ederim. Başarılarınız artarak devam etmesini. Diliyorum. Birmilyonkalem ailesinde bulunmaktan ayrıca onur duyuyorum. Hep gönül gönüle olmak dileğimle.

Ben çok teşekkür ederim İpek bu güzel söyleşi için. 1MK benim için de ailem gibi. 1MK sahiden bir gönül yolculuğu. Onu yaşamak gerek… Bu ay 1MK’nın 3. doğum günü. Kutlu olsun!

11.10.2010

HOŞBULDUK ADAMIM

Kadın olmak bu kadar güzel mi ?
Şaka gibi değil mi?
Hiç bu kadar güzel olmadım gözlerinde,
Hiç bu kadar anlam katılmadı ayaklarıma,
Kimse yıkamadı ayaklarımı şiirlerde.
Gözyaşlarım inciydi de yeni mi fark ettin adamım.


şimdi mi aklına geldi gönül zenginliğim
Hoş bulduk adamım.
Yorgunum bildin ya, susadım farkettin ya,
Acıkmıştım şimdi doydum adamım.
Açlıkta önemlli değildi hani,
Bu sözlerin doyurdu beni.
Hep bilseydin azla yetindiğimi
Sen sevsen hep gülerdim ömrü baki
Sen hep böyle HOŞ olsaydın da


BENDE HEP HOŞ BULSAYDIM
HOŞBULDUK ADAMIM.! HOŞBULDUK
Image and video hosting by TinyPic





Volkan Konak Tahir ile Zühre Hosgeldin Kadinim 2009
Yükleyen RAL_F_ERNANDO. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaÅ�ayın!

9.10.2010

ABESLE İŞTİGAL.


Bir karanlık bir aydınlıksın.
    bir sıcak bir soğuksun.
Üzüyor, yoruyorsun beni,
Bir öyle bir böylesin.
inan bana Abesle İştigal ediyorsun.
İşgal ediyorsun her bir yönümü.
Sisli buğulusun, ısırıyor gözlerim bir yerlerden
ama tanınmaz haldesin.
Ve yine inan bana abesle iştigal ediyorsun.
Bünyemde saklayamıyorum artık
kussam tüm kelimeleri,
kavuşmaz birbirine artık ellerin.
Sarhoş cümleler kurup, ayyaş şarkılar söylersin şimdi sen.
Ve sil baştan yaşatmaya başlarsın herşey... herşeyi..
Yeniden başlasanda sil baştan herşeye devamı yok,

İnan bana Abesle iştigal edeceksin yine.
Ve ben yokum artık KATLETTİĞİN AŞK İŞGALİNDE...


Image and video hosting by TinyPic





♥ .* ღ .*ѕιуαн кєℓєвєк ♥ . ღ .* ♥

6.10.2010

FATİH'İN ARMAĞANI...

Üzülme Günah keçisi değilsin sen. Seni bu hale getirenler utansın. Keşmekeş trafiğinden sen sorumlu değislin. Sokakta kalanlardan sen sorumlu değilsin. Aç ve sefillerden sen sorumlu değilsin. Sokak çatışmalarından, silahlı soygunlardan. Ağlayan kadınlardan sen sorumlu değilsin. Tinerci çocuklardan, alkol kokan caddele...rden, ipleri çoktan kopmuş zavallı gençlikten en sorumlu değilsin.



Sen bazen resimlerden, bazen uzaktan sevilirsin.


Ve bazen bogazının gerdanından koklanırsın en yakından.


Seni Sevmeyen suçlu deği ama seni bu hale getirenler utansın.

Fatih'in armağanı güzeller güzeli İSTANBUL 6 Ekim Kurtuluş gün'ün kutlu olsun.!

4.10.2010

SEVGİN ÖMÜRLÜK.

Nasıl nasıl özlemişim seni. Son zamanlarda hele hele bu zamanlarda daha iyi anladım buram buram tüttüğünü burnumda.

 
Dünya küçük derlerdi de inanmazdım. Bize Dünya'nın büyüklüğünü anlatırdın oysa. Nehirleri, Ovaları, Dağları sayardık ezberler bıkardık, ne kadar çoklar diye.

Hep aklımdaydın oysa. Ne adresin ne de sesini duyabileceğim bir telefon numaran yoktu.

Ölmeden birbirini seven insalar kavuşurmuş inanmazdım.Unutulmaz insanlar hiç ölmezmiş.

Kalmadı senin gibiler. Yoklar. Senin gibisi yok.
 

Senin gibi CAN. Senin gibi sevgi dolu kimse kalmadı artık.
 

Hayatımda ki ''İLK'' oldun. Ama son olmadın. kimse kalbimde ki yerini doldurmadı.

Biz büyüdük özledikçe özledik. özledikçe yakınlaştık belkide farkında olmadan.
 

Ve sonunda buldum ya seni, Ve sonunda duydum ya o kadifemsi sesini.
 

Ve sen tanıdın ya beni onca yıl sonra. O kadar çocuğun vardı ki. Yinede onca çocuğunun arasında sadece sesimden tanıdın ya beni. Siyah, Uzun saçlarımı, Kömür karası gözlerimi.

''Ne güzel kızdın sen halâ öylemisin'' dedin ya. Daha gözüm açık gitmez ÖĞRETMENİM.
 

Rüyamda görsem inanmazdım ya. Ama gerçekmiş senini duymak. Eskileri konuşmak. içten kocamannn bir ahhhhhhhh çekmek. Sesini duyduktan sonra istemsiz bir refleksle ağlamam gerçekmiş canım öğretmenim.




Bana kalsa nasıl bulurdum seni. Şu yeni iletişim aletleri olmasa nasıl sesini duyardım.

Sana kavuşmamı sağlayanlara nasıl teşekkür etsem azdır.

Sen iyi ki vardın.

Ve hala iyi ki varsın.

Sen hep var ol CANIM ÖĞRETMENİM.

SEVGİN  ÖMÜRLÜK BİZDE EMANET..

29.09.2010

Siyah kelebek'ten bir ilk daha


**********************************************************
Evet sevgili arkadaşlar. Blog Ropörtajarından sonra yeniden bir ilk ile karşınızdayım :)  Bana bu ilk'i gerçekleştirmem de imkan sağlayan sevgili arkadaşıma çok teşekkür ederim. Kendisi ile Güzel bir ekip çalışmasına yeni bir projeye başladık kiminle mi?

Yüz yazar projesi
Blog Klübü
Blog albümü


Kurucusu  olan İlkyaz ile.
Sevgili ilkyaz Blog alemine, Blog dünyasına gönül vermiş, İyi işlere imza atmak  isteyen çok azimli bir arkadaşım. Yukarıda sıraladığım Bloglarıyla tüm blog yazarlarına kapılarını açıyor. Saydığım bloglarının yanında yeni ve önemli bir blog'u sizlere açmaya hazırlanıyor. Yeni Blog tamamen sizi yani izleyiciyi kapsıyor.


İlkyaz'ın yeni blogu'nun adı ÇARŞI . Çarşı tamemen izleyiciye fırsat sağlayan bir blog. Çarşı'yı şöyle bir kısaca tanıtırsak;


Çarşı Farklı konseptleri bir arada toplayan Blogları gerek görsel gerek sesli tanıtma imkanı sağlayan. Önemli bir blog olamaya adaydır. Çarşı demek emek demek, Bloglarınızda paylaştığınız ürünlerinizi, burada tanıtabilecek ve satışa sunabileceksiniz. Çarşı İzleyicisine değer veren ve ONU INCELEMEYE ALAN, TANITAN PAYLASIMLARINI BLOG ALEMINE DUYURAN BIR BLOG dur.
YANI KISACA IZLEYIN VE FARKI GÖRÜN


Burada yapmanız gereken tek şey Çarşımızı izlemeye almak. Gerisi bizim işimiz.

Bloglarınızı görsel ve sesli kayıt sistemiyle tanıtacak, Blogunuzun daha fazla kitleye ulaşımını sağlayacağız. Çarşı'da tanıtılan blogunuzu ayrıca Blog albümünde de paylaşacağız.
************************************************************
Bu okuduğunuz metni naçizane kendim yazdım ve seslendirdim. Görsellerini ekledikten sonra kısa tanıtım videosu olarak  ÇARŞI blogumuza ekledik. İlk tanıtım videomuzu ÇARŞI bloğu için hazırladık. İlerleyen günlerde,  İzleyicilerimizin bloglarını da sesli ve görselli bir video kaydı ile tanıtmaya başlayacağız. Siz de blogunuzun benim tarafımdan sesli olarak tanıtılmasını ister misiniz?

O zaman hiç durmayın Çarşı'yı izlemeye alın. hem Blogları, video formatında tanıma imkanı bulun, hem de  blogunuzu  video ve sesli olarak tanıtma imkanı bulun.

Dilerseniz tanıtım metninizi hazırlayın biz seslendirelim. Dilerseniz bu işi bize bırakın.
Blogunuzun nasıl tanıtılmasını istersiniz?
Blogunuzu hangi sözlerle ifade edersiniz. Bize mail yoluyla ulaşın metinizi yollalayın, biz blogunuzu en güzel şekilde tanıtalım.

Bunun yanında, Satışa sunmak istediğiniz ürünlerinizi'de Blog albümün de paylaşalım. 
Blog dünyasına bir ilk.
Bu heyecanımıza ortak olmak istiyorsanız, ÇARŞI  çok yakınınız da.

ÇARŞI'nın Tanıtım videosu izlemek için, ve ÇARŞI'yı izlemeye almak için haydi bir TIK



25.09.2010

SANAL ROPÖRTAJ. ( DELFİNA)

Sanal Ropörtaj'dan hepinize merhaba. Uzun bir ara oldu biliyorum ama artık yavaş yavaş Ropörtajlarımıza devam edeceğiz. Bu gün yine önemli bir konuğum var. Birmilyonkalem sitemizin İŞARET DİL'İ ÖĞRENİYORUZ adlı kampanyasına özel hazırladığım bu Röportajın konuğu. İşitme kaybı olan bir blogger olacak Bu konuğum http://isitmekaybi.blogspot.com/ 'un sahibi ve yazarı sevgili Delfina.



SYK:Sevgili Delfina Davetimi kırmadığın için ve konuğum olmayı kabul ettiğin için çok teşekkür ederim. Sayfamda ki en önemli sohbetlerden olacak bu Ropörtajmız. Hoşgeldin diyorum.

D.F: Asıl ben teşekkür ediyorum.İşitme kayıplı birini kale almak,onu anlamaya çalışmak herkesin yapabileceği bir şey değil.Hoşbulduk Sevgili SYK.

SYK: Estafurullah o nasıl söz. Hepimiz insanız ve ileride bizlerde önemli kayıplar yaşabiliriz.
Sevgili delfina Birmilyonkalem'in değerli editörü Şebnem Soysal'ın tavsiyesi üzerine seni takip etmeye başladım. Birmiyonkalem Sitemizin yeni başlattığı kampanya ile ilgili özel bir sohbet yapmak istedim seninle. İŞARET DİL'İ ÖĞRENİYORUZ adlı kampanyamız da işitme kayıplı arkadaşlarımızla daha kolay ve rahat iletişime geçebilmeyi amaçlayan bir kampanya bu. Ama İşitme kaybı hakkında da öğrenmemiz gereken bir takım şeyleri senden öğrenmek istedik.
Öncelikle şunu sorarak başlamak isterim. Ne zaman dan beri işitme kaybı yaşıyorsun? Doğuştan bir hasar mı bu?

D.F: Bir gün annem çamaşır asmak için dışarı çıkmış ve kapı kapanmış.Annem dönünce zile basıyor,basıyor ben açmıyor.Dışardan beni gördüğü için niye açmıyor diye epey tereddüt ediyor annem.O sırada ben duvar kağıtlarını yolmakla meşgulüm Kendisi de hemşire olduğu için işitme kaybı mı var acaba diye kaptığı gibi doktora götürüyor o gün.Doktor tüm testleri yapıyor ve hiçbir şey çıkmıyor,o zaman 3 yaşındaydım.6 yaşında iyice belirginleşti ve belgelendi

SYK: Anlıyorum Geçmiş geçmiş olsun diliyorum.
Sevgili Delfina,bize işitme kayıplı olmanın zor yanlarından bahseder misin biraz?

D.F: İşte bu madde beni en çok zorlayacak kısmı Sevgili İpek.Ne küçükken,ne de şimdi kaybım konusunda zorlanmadım..Evet işitme kaybım ileri değil,çok ileri derece ama kolaylıklarından ve avantajlarından ötürü her gün şükrettiğim bir durum bu benim için.Hayata bu şekilde bakmamı sağlayan annem ve babam sayesinde hiçbir zorluk yaşamadım.



S.Y.K: Sen şanslı olanlardansızn sanırım Senin adına gerçekten çok sevindim.
Peki,işitme cihazı kullanıyor musun?

D.F: Evet,sol kulağım sağa göre daha iyi duyduğu için cihaz seçimimi hep sol yandan kullandım Her seferinde KBB doktorları çift cihaz kullanmadığım için kızsalarda ,gereksiz gürültüyü 2’ye katlamayı gerekli bulmadım hiçbir zaman

S.Y.K: İşitme cihazı kullanma dan önce ki hayatın nasıldı. İşitme cihazının fayda ve zararları nelerdir.?

D.F: İlkokul 5.sınıfta kullanmaya başladım.İlk haftalar alışma sürecinde birden sesler geliyor diye sevinemiyor insan.Çünkü farklı bir boyut oluyor,ilk kez gözlük takınca yaşananlar gibi bir süreç oluyor.Alışınca da sabah yüz yıkanmadan önce cihazı arar eller
Faydaları;bireyin yaşam kalitesini artırması başlı başına bir mucize.Çünkü kulağımıza gelen “biiip” sesi ile duymaya başlıyoruz.Her türlü sesi duyarak güne başlamak,mutluluk kaynağı.Hayatımızı aydınlatan bu cihazların hiçbir zararını görmedim şimdiye dek.

S.Y.K: Gerçekten bu çok sevindirci.
İşitme kayıplı olan bir kişi konuşmada da zorluk çekiyor mu?

D.F: Kaybım,sesleri tanıdıktan , konuşmaya başladıktan sonra 3 yaşlarımdayken ortaya çıktı.Ailemin desteği,kitap kurdu olarak geçirdiğim çocukluk yıllarımın etkisi ile konuşmada zorluk çekmedim.Ama işitme kayıplı olup konuşamayan,konuşurken zorlanan birçok arkadaşımı tanıyorum..

S.Y.K: Her işitme kayıplı işitme cihazı kullanarak duyma sağlayabilir mi? işitme cihazları hakkında bize bildiklerini anlatabilir misin?

D.F: Şimdi her şey o kadar olağanüstü ki,duyması imkansız kişilere bile sürprizleri var bu ilerleyen teknolojinin.Koklear Implant sayesinde tamamen sağır olanlar sesleri duyabiliyor.İşitme cihazları da her işitme kaybına göre çeşit çeşit.

S.Y.K: Gerçekten çok ilginç Rahmetli Anneannem de İşitme konuşma kayıplıydı. Keşke yıllar önce böyle bir imkanı bize anne anneme sunabilmiş olsaydık. Bu gerçekten bir mucize olsa gerek.
Neyse devam edelim. işitme kayıplı bir çocuk öğrenim hayatını nasıl idâme ettiriyor? Özel okul yada kurslar var mı? Sen işitme kayıplılar ile ilgili bir kurs ve bir eğitim aldın mı.?
İşitme kayıplı bir kişi' nin özel bir eğitim alması gerekiyor mu?

D.F: işitmesi ve konuşması çok ileri derece olmayan her kayıplı normal okullarda eğitim alabilir.Çocuğun kendisini rahat ve normal hissetmesini sağlayacak en önemli kişi olan öğretmene çok iş düşüyor.Eğer ilköğretimde çocuk bu şansa erişirse,özgüveni yüksek oluyor ve sonraki okullarda başarısı katlanıyor.Ben herhangi bir eğitim almadım.
Konuşmakta zorlanan ya da sesleri tanımayan bazı işitme kayıplılar konuşma terapisine gidebilirler.

S.Y.K: Devlet yada özel kurumlar, işitme cihazlarıyla ilgili destek sağlıyorlar mı?

D.F: Evet, cihaz bedellerinin büyük kısmını karşılıyorlar.

S.Y.K : Bu çok güzel bir haber.
Sağır ve dilsiz olmak isitme kaybıyla aynı mı? arada ki farklar nelerdir. Yani duyamamak konuşmayı engelleyen bir durum mu?

D.F: Sağır ve dilsiz biri ses dünyasını tanımadığı ve konuşamadığı için,işitme kayıplılardan ayrı bir dünyada yaşar.Onların çoğu sesleri hiç bilmediklerinden konuşamazlar.Ama şimdiki eğitimler sayesinde tamamen sağır olanlar da konuşmayı öğreniyorlar.

S.Y.K: Sevgili delfina Sen işitme cihazıyla duyma sağlayan birisin. Ama yinede işaret dili biliyor musun? İsaret dili kullanma gereği duyduğun zamanlar oluyor mu?

D.F: İşaret dili,öğrenmeyi en çok istediğim bir dil.Bu dil ile iletişimi sağlayan arkadaşlarımla bir araya Geldiğimde onları daha iyi anlamayı isterdim.

S.Y.K: Her bireyin yeni bir dil öğrenme hakkı var ise işaret dili bilmesinin de zorunlu hale gelmesi düşüncesindeyim. Yani M.E.B 'nın işaret dili konusunda muhakkak önemli adımlar atması gerektiğini düşünüyorum. İşaret dili öğrenme konusunda düşüncelerin nelerdir? Veya bir tavsiyen var mı?

D.F: Birçok bilim adamı ve eğitmenler,işaret dilinin yaygın olarak kullanılması taraftarı değiller.Çünkü işaret dilini bilmek,duymayı ve konuşmayı bitiriyor.Kulak ve dilin pasif kalması,bireyi toplumdan ayırıyor.İşaret dilini öğrenmek yerine,dudak okuma,sesleri tanıma ve konuşma eğitimi üzerine yoğunlaşmalı. Usta Perküsyonist, Evelyn Glennie tamamen sağır ama akıcı konuşması ile görenleri büyülüyor.Kuvvetli bir dudak okuma yeteneği var.İşitme kayıplı arkadaşlarım onu ilham alsınlar,pes etmesinler eğitim almaktan.

S.Y.K: İşte bu verdiğin bilgi çok önemliydi. Bilim adamları'nın İşaret diline karşı oldukları çok önemli bir bilgi. Teeşekkürler.
Sevgili Delfina bu arada bloğun çok hoş. çok canlı ve sıcak. Blog paylaşımların dan biraz baheseder misin?

D.F: Çok teşekkürler Sevgili İpek.İkizler burcumun verdiği bir özellik olan “merak” sayesinde her konuda bir şeyler öğrenmeyi,paylaşmayı seviyorum.Ve paylaştıkça güzel insanlar,dostluklar buluyor beni.İyi ki bu blog var çünkü kendim gibilere kolaylıkla ulaşıyorum

S.Y.K: İyiki bloglarımız var. Hayata sıkı sıkı sarılmış bir insansın pozitif ve neşelisin. bunu neye boçlusun?

D.F: Ailem,ailem ve ailem. Onların beni yetiştiriş tarzı,hayata hem sımsıkı sarılmamı sağladı hem de bugünlere mutlu ve başarılı olarak gelmemi sağladı…

S.Y.K: İşitme kayıplı olan dostlarımıza arkadaşlarımıza bir mesajın olacak mı?

D.F: Hiçbir işitme kayıplı arkadaşım, böyle bir zamanda kabuğuna çekilmek zorunda değil.Araştırsınlar,öğrensinler sınırsız seçenek var onlar için.Düşler Akademisi’nin atölyelerinden faydalansınlar,farklı ortamlara girsinler ve öğrenmeye hep açık olsunlar.Çünkü hiçbir şey imkansız değildir ve tüm güzellikler,kolaylıklar bizler içindir.Bana her zaman blogumdaki iletişim bölümünden ulaşabilirler,onlarla tanışmaktan,ortak noktalar bulmaktan ve yardımcı olmaktan onur duyarım…
Bir de, girdikleri ortamda,yeni tanıştıkları ilk insanların yanında “işitemiyorum,işitme kayıplıyım” desinler,çekinmesinler.Bunu söylediklerinde karşı taraf hemen yardımcı olmaya çalışıyor,anlayışlı oluyor.Bir kere söyleyip kolaylıklarını görünce gerisi gelecektir.
Kendilerini işitme engelli değil işitme kayıplı olarak tanıtsınlar.Çünkü durumumuz hiçbir şeye engel değil,kaybımıza rağmen işitebilir,öğrenebilir ve hayatı doyasıya yaşamaya devam edebiliriz….

S.Y.K:Çok önemli mesajlar verdin sevgili Delfina.
Peki sohbetimizi nasıl buldun?

D.F:Soruların hepsi çok zekice ve güzeldi.İşitme kayıplı olmayan birinin böyle içten sorular sorabilmesi takdir edilecek bir şey.O yüzden çok teşekkür ediyorum.Tüm güzellikler sizlerle olsun….

S.Y.K: Bu güzel düşüncen için çok teşekkür ederim :)Sevgili delfina, bu hoş ve değerli sohbetin sonuna geldik. sana sonsuz teşekkür ederim. Birmilyonkalem ailesi olarak ve ben şahsım Siyah kelebek olarak sana sevdiklerinle uzun sağlıklı ve mutlu bir ömür dilerim. Tekrar tekrar bu değerli bilgilerin ve hoş sohbetin için çok teşekkürler.
Her daim sevgiyle kal.

23.09.2010

TOPHANE VAKKASI.

Efendim ben Tophane semtinde doğdum büyüdüm. Ve bununla da her zaman  gurur duydum.

Bizim Tophane'de zaman zaman bu tür kavgalar oluyordu. Hiç unutmam çok seneler evvel Erbakan döneminde bir grup sakkalı cübbeli tabir edilen bir grup mahallede mini etekle gezdi diye bir kızcağızı tekme tokat dövmüşlerdi. Son Tophane vakkasın da adı geçen Sanat Galerisi tam Annemlerini evinin 30 m. aşşağısında yer alıyor. Evlerin marketlerin, çocukların, bakkaların ev hanımlarının kısacası AİLE'lerin bulunduğu bir mahalle efendim bildiğimiz bir mahalle.!
Burada Annemler, yani benim ailem ve mahalle sakinleri oturuyor.
Ben Annemin evine gittiğim zaman bu Sanat Galerisi'nin tam önünden geçiyorum. İçeride olan biteni görüyorum yani. Bakın bunu altını çizerek söylüyorum kapının önü bira şişeleriyle dolu.!
 Mekanın önünde ki arabaların geçtiği cadde ye votka şişesi atılmıştı. Hatta eşimle çok kınamıştık bu durumu.

Aynı güzargahta, Boğazkesen caddesi'nde bahsedilen galerinin yine 50 m. kadar ilerisinde bir yurt var. Yine kaldırım kenarında yerlere oturmuş, bir elinde bira, bir elinde kitap düzgün giyimli entel yabancı uyruklu bir genç kız. Biz şaştık kaldık bu olaya. Canım Tophane, Canım Boğazkesen ne hale gelmiş. Her mahalle'nin kendine göre bir ahlâkı, bir kuralı vardır. Biz annemlere gidip kadığımız da sabaha kadar müzik sesinden uyuyamayız. Artık oralar tamamen kendi tabirimle sosyeteleşti.

Tophane'den tutun Boğazkesen caddesine, oradan Galatasaray'a Beyoğlu'na, Taksim'e kadar heryer yabancıların şuan. Bizim bir akrabamızın oturduğu tarihi bina Otel haline gelmiş. Barlar Cafeler, İçkili mekanlar artık mahallelerin içine taşınmış. O'da yetmemiş Evlerin, bakalların, okulların yanlarına yer edinmeye başlamışlar.


Tophane Semti Tarihi bir Semtdir. Yapısı itibariyle dar sokak ve caddelerden oluşur. Yüzyıllardır bir çok Din'i, farklı etnik kültürü, Ermenisi, Yahudisi, Kürdü, hep bir arada yaşatmış ve hala yaşayan bir tarihi semtdir. Tophane'nin bir çok mahallesinde çocukluğum geçti. Şimdi o güzelim mahalle ve sokakları ölüme mahkum ediyorlar. Sanat galerileri, Eğlence mekanları, entel dantel ne varsa Malesef Tophanemizin Tariihi değerini öldürmektedir. Bu güzelim tarih kokan semt kaderine bırakılmıştır, Yeni yerleşimciler,tüm Tophane yerli sakinlerine ap açık alenen gidin buradan demekteler.


Son yaşanan olay üzücü asla tavfip etmiyorum. Ama Koskaca Tophane'nin Boğazkesen'in bu kadar ayaklar altına alınmasına, sokaklara içki şişesi atılmasına, taşkınlılara karşıyım. Buna da keskin bir çözüm bulunması gerekiyor. Bu insanlar defalarca uyarıldılar. Ama inadına daha fazlasını yaptılar.
Sanat dediler, Sergi dediler, o güzelim Sanat galerisini yada her neyse sosyetik entel meyhaneye çevirdiler. Bu demek değildir ki, şiddeti onaylıyorum. Asla ve asla olmaması gereken büyük bir ayıptır. Birdaha olmamasını umud ediyorum.

Keşke bu yazım bir Gazete'de yayınlasa ve herkez okuyabilse. Eminim bir çok kişi bana hak ve onay verecektir. Ve gerçekleri anlayabileceklerdir.
Toplumumuz küçük Mahalle ve caddelerden oluşuyor. Biraz daha saygı, biraz daha dikkat edilmesi gerekiyor. Özgürlük diyoruz. Bir başkasını rahatsız ederek ortalığa alkol şişesi atarak olmaz bu.
Şimdi bir örnek verelim. Taksim'de Beyoğlu'nda Etiler'de, Eğlence mekanlarının olduğu bir gece klübüne siz içki içiyorsunuz diye baskın yapıldı mı şimdiye kadar. Buralar ruhsatlı mekanlardır. Adamlar gider bu rusatlı içkili eğlence mekanlarına içkisini içer eğlenir çıkar. Ama Sanat Sergisi adı altında mahalle ortasında, Ailelerin bulunduğu bir yerde içki içip sokağa atıp ''Ben sanat yapıyorum diyemessin'' Her iki tarafta hatalı. Umarım tatlıya bağlanır ve bu tür olaylar bir daha yaşanmaz.
Son söz :Valla Sanat ,Kültür yapıyorum deyip insanları rahatsız ediyorsan ben o kültürde yokum varsın bana kültürsüz desinler.

BİZ NEREDE YANLIŞ YAPTIK ?


Biz nerede yanlış yaptık?
Nerede olduğunu tam olarak çözemesem de büyük yanlışlar yaptık.
Zaman ilerleyip teknoji geliştikçe, alım gücü kolaylaştıkça, biz rahata alıştık.
Rahatımız bozulmasın, düzenimiz bozulmasın diye rüşvetçi, ödülcü, tavizci biyerler olduk.


7 yaşında okula başladığım zaman Annem ve babam okulun ilk günü yanımda olmuşlardı. Benden sonra okula başlayan kardeşlerim de öyle. İlk günden sonra birdaha beni ve diğer kardeşlerimi okula götürdüklerini hatırlamam. Bunları ben değil Annem söylüyor.


Bir kere ağladığımı ailemi üzdüğümü, okula isteksiz olduğumu hatırlamam. Diğer kardeşlerimde öyle.
Hatta Annemden duyduklarımda bu yönde. Bizi hiç üzmediniz der annem. Bir kere bile derslerden, Öğretmen'den, Okul'dan şikayet ettiğinizi duymadım der. Hiç çaktırmadan, derslerinizi yapardınız,bir kere bile öğretmenden şikayet duymadım der. O zamanlar daha zordu. Öğretmenin istediği kitabı bulabilmek için haftalarca kitapçı ve kırtasiye gezerdik. Çok pahalı olduğu için alamadığımız ,arkadaşımızın kitabını rica minnet ödünç aldığımız olurdu.
Öyle Ana sınıfı falan da yoktu hani. Okul öncesi hazırlıkmış, aileden ilgi alaka el üstüne tutulmak nerede...


Bazılarımızın Anne, babaları çalışırdı. Bazılarımız okul çıkışı annelerimizi komşu kapılarından toplardık. Akşam 8'de derslerimizi yapar çoktan uyumuş olurduk. Sabah kalkınca öyle özenli düzenli kahvaltımız bile yoktu bir çoğumuzun. Ellerimizde poğaçalarla okula tıkana tıkana giderdik :) Şimdi o günleri düşündükçe gülüyorum. Güzel ama zor günlerdi.


Şimdiye dönersek. Yani şu zamana, Ana sınıfına gitmiş çocuklar, okul öncesi eğitim almış çocuklar, ilkokul 1. sınıfta patır patır döküldüler. Kimisi ağlar, kimisinin psikolojisi bozulur Miğdesi bulanır. Annemi istiyorum diyerek feryat figan eder. Sabah okula gitmek istemez hasta numarası yapar. Özenle hazırlanmış beslenmesini yemez. Okulun bahçesinde annesini babasını ağaç eder.


Öğretmen sürekli şikayet dinlemekten derse giremez. OKUL FOBİSİYMİŞ. Okul fobisi falan değil bu çocuklar resmen bizi kullanıyor. Hemde öyle bir kullanıyorlar ki, Onlar Anne Baba bizlerde çocuk olduk. Öyle ki karşılarına geçip ağlar olduk. Onları üzmeyelim bağırmayalım, derken biz üzülür, bir ağlar olduk. Gerçekten nerede yanlış yaptık. bizim çocuklarımız neden bu kadar şımarık, sorumsuz çocuklar oldular. Annesi çalışan 3 sene Anne annesi tarafından bakılan, ana sınıfına bile gitmeyen çocuk, uslu uslu okula gidip tek gözyaşı dökmezken, bizim çocuklarımız neden bu hale geldi.


Öğretmen bize şöyle dedi; ''Çocuklarınızın hayatıyla oynuyorsunuz'' Anne'ye,Baba'ya aşırı bağımlı,Çok serbest, çok rahat, her istediği olan, hiç yalnız bırakılmayan, sürekli denetim altında olan, endişe içinde büyütülen çocuklar çok üzgünüm ki başarıısız çocuklar oluyorlar dedi. Ne çok serbest, ne çok tutucu olunmayacak, her istediği uygunsa alınacak, o istediği için değil ona uygun ve ihtiyacı varsa alınacak dedi. Ödülcü olunmayacak, bir sorumluğu yerine getirmesi için çocuğa ödül gibi rüşvetler sunulmayacak dedi.


Aslında tüm bunlarıın çocuk doğar doğmaz uygulamaya başlanması gerekiyormuş. Ama malesef çok geç kaldık. Geriye dönüşü zor bir yolda yürüyoruz. bu hatalarımız ve yanlışlarımızı nasıl düzelteceğiz bilemiyoruz. Hemen hemen tüm veliler bende dahil sıkıntı ve stres içindeyiz.
Sabır çare olur mu? zamanla bu duruma biz mi, yoksa çocuklarımız mı alışır bilemiyorum.


Ya bu gidişe bir son verip sıfırdan başlayacağız. Yada ipimizi çekmelerine göz yummaya devam edeceğiz. Yakın zaman da konuyla alakalı Önemli bir Röportaj ile karşınızda olacağım. BirMilyonKalem İnternet Sitesinin Editörü Psikolog Dr. ŞEBNEM SOYSAL' ile Çocuklarımız ve Okul Fobisi hakkında ki söyleşimizi sakın kaçırmayın.


Şimdilik benden bu kadar,
HOŞÇA VE SAĞLICAKLA KALIN.

19.09.2010

DERSİMİZ: SEVGİ


Keşke keşke dedi çocuk karşısında sinirli azarlamaya hazır duran babasına.
Keşke biraz daha az çalışsaydın da, daha çok yanımızda olsaydın baba.
Keşke keşke bizi daha çok sevseydin
.


Öyle bir geçer Zaman ki adlı diziden bir sahneydi bu. Ne yazık ki bu sahne beni hıçkırıklara boğdu.

Koltukta uzanan oğluma takıldı gözüm. Bir gün o'da bize böyle sözler söylermiydi acaba?


Bir ihtiyaç listesi yapsanız en başa ne yazardınız?
İhtiyacınız olmayan bir şey var mıdır hayatınız da?
Kişiden kişiye ve o ana bağlı olarak değişir ihtiyaçlarımız. Ama buzdolabına astığımız ihtiyaç listesinin 1. sırasına yazacağımız en önemli ihtiyaç SEVGİ olmalıdır bana göre.
Evet belki yenilir içilmez. Belki giyilmez, onunla ısınamayız. üstümüze örtüp kapanamayız. başımızı ona koyup uyuyamayız. Gözle görülmeyen Sadece en derinde hissedilen bir şeydir sevgi. Buna en çok da çocukların ihtiyacı var.


Artık yarın okullar açılıyor. Gerçi benim oğlum ve yaşıtları geçtiğimiz salı günü başladılar okula. Bir hafta alışma safhasınından geçtiler. Artık benim oğlum da diğer İlkokul 1. sınıf öğrencileri gibi okula başladı. İşte tam da burda bize düşen asıl görevlerin farkına vardık.


Bir hafta boyunca velilere de bilgiler verildi, seminerler düzenlendi. (VOP) Veli Oryantasyon Proğramı Bu proğramının içeriğinde bulunan önemli bilgileri öğretmenler bizlere, 1. sınıfa başlayan öğrenci velilerine anlattılar. Çok önemli bilgiler vardı. Özellikle Aİle ilişkileri ve Çocuk İstismarı konusu işlendi. Çocuk İstismarı konusunu Bİrmilyonkalem ekibi olarak bizlerde işlemiş ve makaleler paylaşmıştık. Bunun okullarda anlatılmaya başlanması, velilerin bilgilendirilmesi çok hoşuma gitmişti.


Özellikle eğitimin ailede başlaması gerektiğini önemle vurguladılar. Çok haklıydılar. Ama hangimiz evladımıza öğretmen olabiliyoruz ki. Yeterince sevgi verebiliyor muyuz. Yada verebildik mi?
İşte bu bilgilerle kendimizi sınamış olduk bir bakıma. Şimdi daha iyi bir Anne ,Baba ve Veli olabilmek için kolları sıvadık. Sevgi verirsen sevgi alırsın. Bu çok doğruydu.


Belkide eğitime İlk, Sevgiyi paylaşarak başlamalı.Anne, Baba olmanın dışında şimdide iyi bir veli olma çabası içerisine gireceğiz. Bu bana ve benim gibilere büyük bir sorumluluk getiriyor. Ve hatta korkutuyor, endişelendiriyor. Tecrübe kazanmak zaman alacak biliyorum. İyi Bİr anne olduğumdan bile zaman zaman şüphe duyarken, iyi bir Veli'de olmak zahmetli bir görev olacak. Ama Sevgi ve sabırla başaracağıma inanıyorum.


SEVİYORUM, SEVİLİYORUM VE BENDE BİRİKEN BU SEVGİYİ ŞİMDİ EN BAŞTAN BAŞLAYARAK ÇOCUKLARIMA YAŞATARAK ÖĞRETMEYİ ÖNEMLİ BİR GÖREV SAYIYORUM.

2010-2011 Eğitim ve Öğretim yılı hepimize hayırlı ve de uğurlu olsun.
Başarılı, mutlu, umutlu bir eğitim yılı diliyorum.
Başlayacak yeni haftamız güzel geçsin.
İyi haftalar TÜRKİYE.


13.09.2010

Şimdi skunet ve saygı zamanıdır.


Ne kadar adaletçi bir ülkeymişiz de benim haberim yokmuş. Aylardır sürekli herkez şu lanet olası referandum yüzünden birbirini kırıyor. Kimsenin kimseye demediği kalmadı. Cahil olduk, fakir fukara garip guraba olduk. Hırsız, namussuz olduk. Belden aşşağı vurmaya ne kadar meraklı bir milletiz biz hayretler içindeyim.

Hazımsız olmaya gerek yok arkadaşlar. Önümüze bir paket sunulmuş bu paket açılmış ve çoğunluk ne dediyse o olmuştur. Artık olan olmuştur. Şimdi susup olanları izleyeceğiz. Artık birkere herkez birbirine aptal muamelesi yapmayı bırakacak. Sen evet dedin yuhhhhhhhhhhhh sen hayır dedin yuhhhhhhhhhhhhh vatan haini terörist demekten vazgeçeceğiz.

Sen evet dedin. Atatürkçü değilsin şeriatçısın yakıştırmalarından vazgeçeceğiz.

Sen hayır dedin. Dinsiz imansızsın. nankörsün demekten vazgeçeceğiz.

Hepimiz bu ülkenin vatandaşıyız. görevlerimizi yaptık. Oylarımızı kullandık. Sonuç ne çıkarsa çıksın ben inanıyorum ki insanların abarttığı gibi kötü olmayacak. Ben bu sabahtan itibaren inanıyorum ki, bizi daha iyi günler bekliyor. Ben bu ülkenin bir insanıysam buna inanmak zorundayım. Yoksa yaşayamam. eğer iyi düşünmessem bu ülkeden soğurum. Bu bayraktan soğurum. Eğer inanmassam bu vatana sahip çıkamam. Daha iyi bir vatandaş olabilmek için çaba gösteremem.

Şuanda ki yönetimi çok beğenmesemde, kötünün iyisi olduğuna inanıyorum. Ve bu referandumla kendi yerlerini sağlamlaştırdıklarına da inanıyorum ama hiç kimse baki değildir. Herkez gidecek. Zaman gelecek belki bu ülkenin başına sen geleceksin. Belki senin bir yakının gelecek.

Sen inanırsan bu ülkeye hiç bir kimse zarar veremeyecek. Ne olur biraz skunet biraz saygı. Sinirlerimize hakim olma zamanıdır şimdi, skunet ve saygı zamandır.

Ben şimdi biraz susmayı deneyeceğim.

İYİ HAFTALAR TÜRKİYE, 13 EYLÜL'ÜMÜZ KUTLU OLSUN.

11.09.2010

SİHİRLİ İKİ KELİME. ????????????????????


Siz hiç dönüşü olmayan bir yola girdiniz mi?
Siz hiç sonunu göremediğiniz bir yola çıktınız mı?
Siz hiç Hayatınız da köklü bir değişiklik yaptınız mı?
Siz hiç olmayacağını bile bile olmayacak dua'ya Amin dediniz mi?
Peki siz hiç sağ gösterip sol vurdunuz mu?
Siz sabit fikirli misiniz?
Yerinizin ve konumunuz iyi olduğu halde koltuk değiştirebilecek cesarette misiniz?
Değişime açık biri misiniz?
Yönetilmeyi mi, yönetmeyi mi seçerdiniz?
Hayatınızın akışına sizmi yön verirsiniz?
Hiç kimsenin onaylamadığı bir sevgiliye, bir eşe, bir arkadaşa veyahut bir işe siz evet diyecek cesarette misiniz?
Herkezin aynı anda birlikte çıktığı bir yolculuğa, yalnız kalma pahasına 'Hayır ben gelmeyeceğim' diyecek kadar cesaretli misiniz?
**********************************************************************
İşte böyle arkadaşlar. Sorulara şöyle bir baktığımızda cevaplaması kolay sorular bunlar öyle değil mi? Her bir soruyu hiç uzatmadan açıklama yapmadan EVET yada HAYIR diyerek cevaplaya bilirsiniz.
En çok kullandığımız iki kelimedir EVET-HAYIR. İşimize en çok gelen en kolaya kaçtığımız iki kelimedirler. Sorulara baktığınız da kolay gibi görünsede içine düşüp iyice düşündüğünüz de ara ara gidip geldiğiniz, evet mi hayır mı demekte kararsız kaldığınız anlar olabilir.

Çoğu zaman EVET cevabı bana duygusal daha naif, ve olumdu düşüncelerden oluşan bir karar gibi gelse de, HAYIR cevabı daha katı, daha tutucu, dik duruşlu, sabit fikirli, yerini sağlama almış ve gelecekten emin düşünceleri olan bir cevapmış gibi gelir.

Aylarıdır tek bir soru için birbirimize düştük belkide. Herkez o iki kelimenin peşine düştü. Yarın hayatımıza belki köklü bir değişiklik yapıp dönüşü olmayan bir yola girmeye için EVET diyeceğiz.

Belkide Sağlamlaştırdığımız yerimiz ve konumunuzu hiç bozmamak için. Rahat ve güvenilir olduğuna inandığımız koltuklarımızdan kalkmaya HAYIR deyip yolumuza kaldığımız yerden devam edeceğiz. Karar ne çıkarsa çıksın hepimizin ortak düşüncesi en iyisi ne ise sandıklardan onun çıkması olacaktır.

Bir çok kişi sağ gösterip sol vuracak yarın. Çünkü ben halâ insanların kararsız olduğunu düşünüyorum. Ama unutmayalım ki, en iyi karar kendi öz kararımızdır. En iyi bildiğimiz kendi bildiğimizdir,

Bildiğimizden şaşmamayı umuyorum.


Yarın akşam sandıktan çıkacak karar, hepimiz için tüm devlet ve millet için iyilik, mutluluk, güzellikler getirsin.

Hepinize mutlu pazarlar diliyorum, 12 Eylül Referandumu'nun hepimize olumlu sonuçlar getirmesini temenni ediyorum.


31.08.2010

EYLÜL'E


Şimdi seni bekliyorum kendime gelebilmek için
Gelmene saatler kala yazıyorum.
Sen bana geleceksin, ben kendime
Akşamları üşümeyi bekliyorum seninle.
Yeniden kalemi elime alıp yazmayı.
Sayfaları doldurmayı,
Üzerine tarih atmayı.
Sarı yapraklarını düşür ellerime.
Kuru dallarında ilk günlerin acemi telaşıyla gel.
Prangaları atacağım ayaklarımdan.
Yine imkansız için ağlayacağım.
Serinliğim olsun yüreğime düşen her yağmur damlan.
Her gelişin gibi yine Aşk ile gel.
El ele iki sevdalı gibi gel.
Koşarak değil, usul usul gel.
Derin izler bırak yine.
unutulmaz ol
İstanbul gibi, eşsiz kokunla gel.
Seni bekliyorum yine her yıl olduğu gibi.
TÜm hüznümü giyindim güzelim siyahlarımla.
Hazırım sana.
Çabuk geçme, çabuk gitme.
Belki görmem birdaha ki seneye.
Sonbahar'ını topla getir koy soframıza.
Kana kana içeyim bulutlarından akan sağnak yağmurunu.
Yine ıslanayım pencere kenarında.
Gökyüzüne kaldırdımmı yüzümü,
Tüm kirlerim günahlarım arınacak sanki.
Saatler kaldı gelmene.
Açtım kollarımı EYLÜL'E...

ѕιуαн кєℓєвєк

26.08.2010

YORGUN SAVAŞÇI SAHALARDA.

Hepinize merhabalar Çok özledim sizleri. Bloğumu, yazmayı çok özledim. Daha öncede dediğim gibi yaz aylarını pek sevmem. Hele ki aşırı sıcaklarda çok durgunlaşırım. Aklım durur adeta. Kafam karışır, ruhuum daralır hiç bir işe elimi atamam. Ama artık yavaş yavaş havalar normal seyrine dönmeye başladı. En azından biraz rüzgar esmeye başladı. Durum böyle olunca bende sahalara yavaşça süzülmeye karar verdim. yokluğumda merak edip yorum bırakan arkadaşlarıma çok teşekkür ederim.
Bu sıkıcı yaz döneminde aslında kayda değer pek bir şey yapmadım ama Oğlumun Sünnetini aradan çıkardım. Ağustos'un 14'de Oğlumu sünnet ettirdik. Evde ailecek ve bir kaç dostumuzla Sünnet kınası yaptık. Ardından eyüp sultan ziyaretimizi yaptık ve hemen haftası oğlumuzu sünnet ettirdik. şimdi bir tek sünnet mevlüdümüz kaldı. O nuda hayırlısıyla bititirsem biraz olsun rahata kavuşacam.
Annem bu yıl ameliyat olduğu için seneye bırtakmıştık sünnet olayını ama beklemeye gerek olmadığına karar verdim. Çok fazla masraf etmekten büyük şahaşalı bir sünnet düğünü yapmaktan kaçındım. ülkemizde bu kadar maddi sıkıntı yaşanırken, insanlar iş aş, para bulamazken, bana büyük paralar hasramak eşime masraf yaptırmak yakışmazdı. Bu nedenle oğlumun sünnetini aceleye getirdim. Küçük bir törenle oğlumun sünnetini hayırlısıyla nihayete erdirdik. Darısı tüm erkek ailelerine İnşallah. Oğlum bu yıl ilkokul 1. sınıfa başlayacak okullar açılmadan da kurtulmak istedim. Sünnet mürüveti bile uğraş verici bir olay. Ve insanın sırtında bir kambur gibi yük oluyor. Fazla tefferuata girmediğim halde çok yoruldum. Ama çok şükür Allah yardım etti.

Annemi merak edenleriniz varsa sağlığı iyi ama morali iyi değil. Artık çalışamıyor eskisi gibi. Yarım insan oldu kadın. malülen emeklilik için gerekli yerlere başvurdular babamla. En azından emekli olursa artık çalışmasına gerek kalmayacak. Paşa paşa maaşını alacak ve geçinecek. Bunu neden paylaştım. Dua istiyorum arkadaşlar. annemin emekli olup rahata çıkması için sizden de Dua istiyorum. Artık çalışmasını istemiyorum. Evinde oturup sağlığına dikkat etmesini istiyorum. Allahımdan tek temennim bu. Duanızı eksik etmeyin.

2010 yılı bana çok iyi gelmedi. Çok sıkıntılar atlattık maddi, manevi, sağlık açısından zor bir sene oldu. Hâlâ da sıkıntılar devam ediyor. İnşallah en kısa zamanda feraha rahata çıkarız.
Hepinizi sevgiyle kucaklıyorum ve oğlumun bir kaç Sünnet fotosuyla sizleri başbaşa bırakıyorum